Güncel film,spor,politika,oyun,teknoloji,mobil dünya hakkında bilgi paylaşım ve yorumlar.
Popüler Yayınlar
-
Fenerbahçe'de Alex'le yeniden anlaşılması camiada mutluluk yarattı.Sportif Direktör ve Teknik Sorumlu Aykut KOCAMAN'ın maçtan so...
-
LoTR: Fellowship of the Ring: Maalesef şok oldum , ayrıyeten hayal kırıklığına uğradım, neden mi? Karakterler hiç beklediğim gibi çıkmad...
-
Turkcell , her an her yerden kesintisiz internet erişimini yeni Turkcell MultiVINN ile farklı bir boyuta taşıyor. Yeni Turkcell Mult...
-
Efsane karakter mario karting olarak ilk Nintendo DS'e çıkmıştı.Ds'de büyük bir başarı ve satış rekoru kıran Mario Kart'ın wii ...
-
<meta name="google-site-verification" content="9-xyTY3EVLAFIAagLUvCK39D4luJdubkkUWxPl46da0" />
-
Ünlü komedyen geleneksel SİYAD(Sinema Yazarları Derneği ) ödüllerinde rol aldığı son filmi olan Av Mevsiminde ki rolünde canlandırdığı komis...
-
Galatasaray : Zapata , Serkan Kurtuluş , Lorik Cana , Servet Çetin , Hakan Balta , Sabri Sarıoğlu , Lucas Neill , Emmanuel Culio , Kazım Kaz...
-
Bu konuda W-lan ayarlarını anlatacağım(Resimler kendi telefonumdan çekilmiştir-anlatım bana aittir..) Wireless'lı OS9.xx Telefonlar;N...
-
Spartacus: Gods of the Arena , Starz kanalınca hazırlanan bir mini dizi ve Spartacus: Blood and Sand 'in " prequel "idir....
19 Mart 2011 Cumartesi
19 Şubat 2011 Cumartesi
Alcatraz: J.J.Abrams’tan Gizemli Bir Dizi Daha
Alcatraz “gizemler, sırlar ve tüm zamanların en kötü şöhretli hapishanesi Alcatraz ile ilgili bir gösteri” olarak tanımlandı. Steven Lilien ve Bryan Wynbrandt (Kyle XY) ilk nüshaları yazarken, Lost’un yapımcısı Elizabeth Sarnoff, senaryonun son halini kaleme aldı. Üçü de Abrams, Lilien ve Wynbrandt’ın yardımcı yapımcı olduğu denemede yazar olarak anıldı.
Abrams’ Bad Robot Prods, Warner Bros TV ile beraber yapımcılığı üstlendi. Bu, Bad Robot’ın birçok ağdan gelen ilgi neticesinde kurgu indirdiği peş peşe üçüncü yıl. İlk iki senaryonun, Fringe ve Undercovers, her biri ayrı olarak Fox ve NBC’de dizi olarak yayına girmişti.
Bitmesiyle hayranlarının yüreğinde adeta bir boşluk bırakan Lost’un yaratıcısı J.J. Abrams’ın yeni dizi projesi Alcatraz, yine gizemlerle ve sırlarla dolu; izlemek için sabırsızlanabileceğimiz bir yapım.
San Francisco’da bir ada üzerine kurulu ve kaçmanın neredeyse imkansız sayıldığı hapishane olan Alcatraz’la ilgili daha önce birçok film çekilmişti. Şimdiyse bir dizinin hazırlıkları başlayacak. Yapımcısı da J.J. Abrams olunca yeterince merak uyandırıyor haliyle.
Oyuncu kadrosunda; Lost’tan tanıdığımız Jorge Garcia, Jurassic Park’tan tanıdığımız Sam Neill’in yanısıra; Sarah Jones, Jonny Coyne, Jason Butler, Parminder Nagra, Robert Foster, Jeffrey Pierce, Jonathan Coyne bulunuyor.
Dizinin çekimlerine başlandı ve dizi setinden birkaç fotoğraf da internete sızdı. FOX kanalında yayınlanacak dizinin başlama tarihi 2013 olarak görünüyor.
18 Şubat 2011 Cuma
Spartacus: Gods of the Arena

- Batiatus (John Hannah) — Bir gladyatör okulu olan Ludus'un sahibi.
- Lucretia (Lucy Lawless) — Batiatus'un karısı.
- Titus (Jeffrey Thomas) — Batiatus'un babası.
- Oenomaus (Peter Mensah) — Ludus'un köle eğitmeni.
- Gannicus (Dustin Clare) — Capua Şampiyonu gladyatör.
- Crixus (Manu Bennett) — Ludus'ta gladyatör.
- Spartacus (Andy Whitfield) — Trakyalı bir asker.
- Barca (Antonio Te Maioha) — Ludus'ta gladyatör.
- Gaia (Jaime Murray) — Lucretia'nın kadim dostu.
- Tullius (Stephen Lovatt) — Capua'nın soylu ailesine mensup birisi.
- Vettius (Gareth Williams) — Ludus'ta eğitmen.
- Naevia (Lesley-Ann Brandt) — Köle kız.
- Melitta (Marisa Ramirez) — Köle kız.
17 Şubat 2011 Perşembe
Lord of the Rings: Oyun Tanıtımları
LoTR: Fellowship of the Ring:
HOBBITON
FOREST LABYRINTH
Old Forest’teyiz, Sam, Pippin ve Muntiadoc kayıp, ormanı gezip onları bulmalıyız, yolun etrafından dolanarak ilerleyin, ormandaki örümceklere dikkat edin, buluğunuz bütün mantarları toplamayı unutmayın, grubunuzu tamamlayınca yola devam edin, birazdan Old Man Willows’a kendimizi bulacağız, Sam uyuyacak, diğerleri de kapana kısılacak, ona taş atın, daha sonra eline değnekle vurun, Tom Bomadil gelene kadar bunu yapmayı sürdürün, Tom onu rahatına kavuşturacak, ardından Tom bizden 11 tane “lilies”, bulmamızı isitycek, grupla bütün bir şerkilde harekey edin böylece örümceklere daha rahat karşı koyabilirsiniz. 11adet lilie bulduğunuz zaman Tom bizi evine getirecek, dinlendikten sonra Barrow Down’a doğru yola koyulun. Kurtlara dikkat edin, gece olunca yine arkdaşlar kayboluyor (anlaşmalı bunlar) sizde onları bulmak için hayaletlerle savaşmak zorunda kalacaksınız, onları yenmenin en kolay yolu etraflarında turlar atarak vurkaç tekniği uygulamak, kaybolana kadar bu tekniği devam ettirin (sakın aralarında kalayım demeyin). Yola devam edin, karşınıza Barrow Wright çıkacak, yapmanız gereken Wright’ın arkasında kalan duvara tırmanıp klıcı almak, vurkaç tekniğini uygulayın (nefesine dikkat edin), birazda Tom Bombadil’in mısralarını mırıldanmaya başlıyacağız ve derken Tom geliyor. Herşey yoluna girince Bree kasabasına kadar Tom’u takip edin.
BREE
Napıyoruz Sıçrayan Midilliye (Prancing Pony) gidip bir oda kiralamalıyız, oadyı kiraladıktan sonra Yolgezer (Strider) ile konuşun. Sıra Yolgezer’i kontrol etmeye geldi, yapmanız gereken dışarı çıkıp Montiadoc’u armaya başlayın. Dışarda kurtlar ve Orc’lar ile kapışacağız, anayolun aşağısına , arka tarafta onu bulabilirsiniz. Köpekeri ve yolunuzu kesen 4 adamı öldürün. Sırada Nazgülleri kontrol etmeye yarayan materyalleri toplamaya geldi, bunları şuralarda bulabilirsiniz;
- Ahır
- Güney kapısının orada
- Kuzey kapısının arkasındaki gardiyanların odasında
WEATHER TOP HILL
Yolda pek de güçlü olmayan düşmanlarla karşılacaksınız, esas rakip Mon Sül adındaki troll, Weather Top harabelerinde rastlayacağımız, en yol etrafında koşarak saldırıp geri çekilmek ve yine etrafında koşmaya devam edin, en keskin saldırı arkasına geçin ve kılıcınızla sizi itine kadar saldırmak, troll’ü öldürdükten sonra Nazgüller devreye giriyor ve bilindiği gibi Frodo yaralanıyor, ardından yine bir Nazgül saldırısına uğruyoruz, ama ateşle savaşmak zorunda kalacağız, sakın Frodo’yu yalnız bırakayım demeyin. Frodo’yun önünde durarak gelen saldırıları savuşturun, saldırılarından vazgeçip gidene kadar Frodo’yu korumaya devam edin. Rivendell’i geçerek o muhteşem Elf şehrine gitmek için devam ederken Orc’lar ve 3 Troll ile karşılacaksınız, vurkaçtekniği ileTroll’leri halledin (Hobbit’lerden uzaklaşmamaya özen gösterin). Trol’leri öldürdükten sonra Glorfindel il karşılacaksınız ve tıpkı kitaptaki gibi Frodo ile peşimizden gelen Nazgül’lerden kaçmaya başlıaycağız, nehre kadar atı sürün.
RIVENDELL
Intro’yu izledikten sonra, Gandalf’ı kontrol ederek Moria’nın doğusuna doğru yola koyulalım. Yolda Sürüyle orc ile karşılacağız, Moria geçide vardığımız zaman Gandalf, Dwarf geçidinin kapısının şifresini düşünmeye balıycak, biz de Aragorn’u kontrol edeceğiz, yapmanız gereken Gandalf’ı sudan çıkan yaratıktan korumak. Yaratığın kollarına (dokunaç)ve gözlerine ok atın en iyi yol bu, Gandalf kapının şifresini çözene kadar bu işlemi devam edin.
MORIA
Labirent ve orcların bol olduğu bir bölüm, ilk olarak Gandalf’ı kontrol ediyoruzi, duraksadığınız zaman Orc’lar saldıracak, diğerleri savaşırken siz odanın ortasındaki heykele yaklaşın, heykelin etrafında 4 düğme ve taş bulunuyor, “e” düğmesi ile düğmeleri basarak önlerine taşları itin, kapı açılacak. Balins Tomb’a vardığınız zaman Frodo ve Gimli ikinci salonda sıkışacaklar, hemen büyük odaya yerdeki çatlağın üstünden atlayın, duvara tırmanın, ordaki okcuları öldürün ve mavi taşı itin ve tekrar aşağıya inin, Gimli’yi kendi halinde bırakın ve ittiğiniz taşın oraya gidin ve onu düğmeyin üstüne itin, böylece kapı açılacak, fakat arkadaşlarınız yanına gitmek için biraz daha savaşmanız gerekecek, kısa bir süre sonra kocaman bir merdivenle karşılacaksınız, tırmanın ve karşı tarafa geçerek köprüyü açacak düğmeye basın. Bunları yaparken hızlı hareket etmelisiniz, hemen Gimli’nin yanına dönerek arkadaşlarınıza kavuşun.
Sırada Balrog ile karşılaşmak var, o büyük ateşli yaratık (burda artık silahlar işe yaramaz), sırada Gandalf var, hemen Lightning büyüsü yapın, sersemlidiği anda klıcınızla 3 kere saldırın ve geri çekilin, Gandalf köprüyü yıkana kadar böylece devam edin, intro’yu izleyin. Lothlorien’e vardığınız zaman güzel bir intro izleyeceksiniz, ardından su aynayı “Mirror Of Galadriel”
ORC DAM
Bot seyahetinden sonra Orc ve Troller ile kapışacağız, yolumuza devam ederken uçan bie Nazgül gelecek ve Sam’i kaçıracak, gidip onu kurtarmanız gerekmektedir. Aragorn’u kontrol edeceğiz, Amon Han’e giderken birkaç Orc ve Troll yine karşımıza çıkacak, etraflarında dolanarak hızlı ataklarla işlerini bitirin. Frodo’yu kontrol etmeye başladığımız andan itibaren koşmaya başlayın, tepeye çıkana kadar bütün Orc’ları atlatın, oraya ulaştığınız zaman kontrol tekrar yine Aragorn’a geçicek, aynı yolu izleyin ve tepeye ulaşın (hepsini öldürmeye kalkmayn, hem zamandan hem de candan olursunuz), tepeye vardığınız zaman sıra Aragorn’geçicek, Aragorn’un başı uçan bir Nazgül ile dertte, ilk olarak yerdeki haliyle savaşıyoruz, ağzından çıkan siyah nefesine dikkat edin. Daha sonra Nazgül havalanacak ve garip siyah toplar atmıya başlıycak. Toplardan kaçarak ona vurun, Legolas son vuruşu yapana kadar bunu devam ettirin.
Bitti mi? ne? Yok yaw, yok yok, nası?
O zamana o grafikler müthiş denecek seviyedeydi. Animasyonlar, dokular, efektler çok güzel hazırlanmıştı. Sesler LoTR kalitesine ulaşmış, müzikler filmin soundtrack'lerinden alınmıştı. Two Towers ilk oyun gibi kitaptan değil, filmden uyarlanmıştı.
Bu yeni
Oyunda
Two Towers'da ayrıca dövüşlerde çeşitli vuruş kombinasyonlarını düşmanlarımız üzerinde uygulayabiliyoruz. Seçtiğimiz karakteri zorlu level'lar boyunca yönetecek ve hemen her level sonunda da boss yaratık karşısında başarı sağlamaya çalışacağız. Moria Madenleri’nin girişindeki gölde bulunan ahtapot kollu yaratık ya da Uruk-hai lerin lideri bu boss’lara örnek olarak verilebilir.
Oyuna, oyunu ufak ufak etkileyen özellikler eklenmiş. Her düşman öldürdüğümüz zaman EXP kazanıyoruz. Experience puanları, düşmanları nasıl ve ard arda ne kadar sürede öldürdüğümüze bağlı olaraktan değişebiliyor. Bu puanları karakterimiz için yeni kombo hareketleri, silah veya da kalkan gibi şeyler satın almak için kullanabiliyoruz. Bu silah ve kombolar karakterinize göre küçük farklılıklar da gösterebiliyor. Yalnız komboları yapmak biraz parmak hakimiyeti istiyor ve hatta kalabalık bir Orc sürüsü ile çevrildiğimiz zaman yapması oldukça zor olabiliyor, dolayısıyla da bizi tehlikeye sokabiliyor.
Two Towers’ın daha iyi olabilecek diğer bir yönü ise oyun alanlarının biraz dar olması. Yani macera bazı yerlerde geniş bir alanı kapsayabilirdi, genelde sürekli olarak dar bir yol ya da çizgisel bir rota boyunca ilerliyoruz, sadece Miğfer Dibi surları ve kapısında oyun alanımız biraz daha genişliyor. Oyun alanı dar olduğundan da oyunun fazla bir gizli tarafı kalmıyor, yani detaylı detaylı araştırabileceğiniz yerler oyunda yok. Ama oyun kurgusunun bu şekilde tasarlanmış olması oyunun Action yönünü çok sivriltmiş ve ortaya temponun hiç düşmediği bir oyun çıkmış.
Kılıcınızı çekin ve Orc doğramanın keyfini çıkarın!
Oyundaki genel düşmanlarımızı Orc'lar oluşturuyor. Ufak kılıç darbeleriyle öldürülebilecek Orc'ların yanında ayrıca Uruk Hai'ler gibi zırhlı ve ağır silahlar taşıyan zorlu Orc'larla da karşılaşıyoruz. Mağaralarda ise Cave Orc'larla zorlu mücadelelere gireceğiz. Geride bıraktığımız bölümleri istersek tekrar farklı bir karakterle oynayabiliyoruz. Örneğin Plains of Rohan level’ini ilk olarak Aragorn ile bitirip, daha sonra Legolas ve son olarak da aynı bölümü Gimli ile oynayabiliriz. Oyunda yüksek level'lara ulaşmamız, gizli level'lar, gizli oynanabilir karakterler ve fotoğraf galerileri gibi değişik bonusları açıyor.
Lord Of The Rings: Two Towers, PS2'mizi süslemesi gereken oyunlardan birisi. Açıkçası Tolkien’in yarattığı dünyada gezinmek ve Orc avlamak oldukça eğlenceli, yani oyun hem oynanış bakımından hem de konsept olarak oldukça sıkı. Eğer Fellowship of the Ring ile hayal kırıklığı yaşadıysanız emin olun Two Towers'da aradığınızı bulacaksınız...
Oyundaki grafikler bir adım daha ileri götürülmüştür. Sesler ve müzikler yine aynı kalitedeydi. Lakin RoTK kusursuz bir oyun değildi. Oyundaki kamera açıları çok sinir bozucuydu. Bunun yanında istediğimiz zaman Save yapamama özelliği can sıkıcıydı. Bölümlerde en fazla 2 tane save yapıyordu oyun ve bu, bölümün sonuna gelip öldüğümüzde deli edebiliyordu. Ayrıca oyun yer yer zorlaşıyordu ve kontroller bazen zorda bırakabiliyordu. Lakin bunlara alışınca oyun size zevkli saatler yaşatıyordu.
Sonunda Frodo kontrolümüze geçti. Tek yapmanız gereken; Gollum kenara gçip dengesini kaybedince onu itmek (optionda “phsical attack”) ve ardından öldürcü darbeyi indirmek (option “killing move”). Böylece canı yancak ve aşağıya düşüp tekrar çıkacak. Siz de aynı şekilde devam edip ounun canını yakıp aşağıya atacaksınız. Bu şekilde devam edip onu sonsuza dek aşağıya atın.
Tebrikler yüzüğü yok ettiniz...
BFME'nin ilk oyunu çok eğlenceli lakin dengesiz bir oynanış sunmaktaydı. Bazı denge sorunları vardı. Misal; 10-15 tane Ent basarak ortalığın tozunu attırabiliyordunuz. Ya da sadece Hero'lar ile bir Base'i yerle bir edebiliyordunuz. Bu denge olayları ikinci oyunda düzeltilmişti. Bu yüzden ilk oyuna göre daha çok oynanmıştı. Hala bile Multi olarak oynayan binlerce kişi olduğuna eminim. İlk oyundaki senaryo hataları oyunu kolaylaştırıyor, aynı zamanda gülünç hale getiriyordu. Lakin sırf LOTR evreninde geçtiği için bile kaç kişi oynamıştır... Oyun Low'da açılınca sanki 80'lerden kalma ucuz bir yapım oluyor, grafik detaylarını yükseltince resmen yeniden başlıyordu. İkinci oyundaki grafikler, mekanlar özelliklede su efektler, ışık efektleri vs.. gibi şeyler muhteşem denecek düzeydeydi. BFME serisi en çok oynanan LOTR oyunudur hiç şüphesiz.
Maalesef fanatikler için korkulan oldu; ikinci filmle birlikte Jackson kaçınılmaz senaryo değişikliğine gitti. (Aslında ilk filmde de kitaptan farklı olarak yazılmış birkaç sahne vardı. Ancak asıl dikkat çeken ikinci filmde Aragorn’un düşüşü idi.) İşte ne olduysa ondan sonra oldu. Üçüncü filmin tabiri caizse Oscar yağmuruna tutulması bile fanatikleri yumuşatmadı. Onlar için, orijinal dili olan İngilizce’den farklı dillere çevrilen kitaplarda bile büyüsünün bozulduklarına inandıkları bir efsanenin, 3 saatlik zaman dilimine sığdırılabilmesi için senaryo değişiklikleri intihar demekti. Nitekim kitabı okuyup filmi izleyen her insan gibi bizlerde senaryo değişikliklerini pek sıcak karşılamamıştık ve karşılamayacaktık…
Battle for Middle Earth
Electronic Arts’ın büyük beklenti ve ümitle beklememizi sağladığı, Orta Dünya’nın savaşlarını konu alan gerçek zamanlı strateji oyunu Battle for Middle Earth nihayet piyasaya sürüldü. EA çalışanlarının Yüzüklerin Efendisi projesine ne kadar önem verdiklerini, ayrıntılara ne kadar dikkat ettiklerini ve en önemlisi filmi (yani kitabı) aynen yaşamamızı sağlamak için ne kadar sıkı çalıştıklarını hepimiz biliyoruz. Piyasaya sürülmüş olan “The Two Tower” ve “The Return of the King” oyunları ile bunları görmüştük. Hal böyle olunca Battle for Middle Earth’ün de son derece başarılı olacağını Orta Dünya’yı mükemmel derecede gerçekçi yansıtacağını biliyorduk.
E3 2004 fuarındaki tanıtımları sırasında, üst düzey görselliğini ispatlayan videoları ile büyük sükse yapan oyunun, genelde grafikleri, oynanabilirliği ve film müziklerini aynen kullandığı gündeme geldi. Hiç kimse senaryosundan ya da hikaye gelişiminden söz etmedi. Filmde gördüğümüz tüm karakterleri kontrol edebileceğimiz ve devasa ordularla görkemli savaşlar yapacağımız belirtildi o kadar. Aslında hikayenin nasıl olacağını belirtmemeleri bizi şaşırtmadı diyebiliriz. Çünkü kitapta ne varsa aynen öyle yaratılacağından emindik.(!)
Yüzük Kardeşliği yola çıkıyor.
Tek DVD ya da dört CD'den oluşan iki versiyonuyla piyasaya sürülen Battle for Middle Earth (BfME) mükemmel açılış demosu ile karşılıyor bizleri. Filmden son derece tanıdık gelen Büyük Orta Dünya Savaşı’nın oyun motoru ile hazırlanmış versiyonunu izliyor, hemen havaya giriyoruz. Ana menüye geçtiğimizde Yüzüklerin Efendisi’nin en çok beğenilen müziğini de iliklerimize kadar hissedince tüylerimiz diken diken oluyor. Seçeneklerimiz tipik RTS oyunlarında olduğu gibi; Campain, Skirmish, Training ve Multiplayer. Campain görevleri iki kısma ayrılıyor; ister Yüzük Kardeşliği ile birlikte iyi tarafı oynuyorsunuz, isterseniz Saruman ile birlikte kötü tarafı. Skirmish modu ile senaryosuz bir biçimde yapay zekaya karşı savaşıyoruz. Traning bölümü ise güzel düşünülmüş bir ayrıntı. Sadece oynanışı anlatan videolar ile hiç sıkılmadan oyunun kontrollerini ve genel yapısını öğrenebiliyoruz. Senaryoya başlarken ise; hepimizin içinde Gandalf’ı, Aragorn’u, Gimli ve Legolas’ı yönetme arzusu olduğundan iyi tarafı seçip, kötü tarafı daha sonraya bırakarak oyunumuza başlıyoruz.
Oyunumuz, Yüzük Kardeşliği’nin Moria Madenleri’ndeki macerası ile başlıyor. Kahramanlarımız mümkün olduğunca görünmeden madenden çıkmak istiyorlar ancak defalarca Goblin ve Troll saldırılarına uğruyorlar. Bu ilk bölüm bize gösteriyor ki oyun sayısız ayrıntı ile dolu. Tabii bunlar sadece bir başlangıç. BfME’ün ayrıntıları her bölümde artan ve insanı şaşırtan tarzda. Arabirim son derece basit olduğundan karakterler arası geçişleri sağlarken her birinin ayrı ayrı yetenekleri olduğunu fark edebiliyoruz. Gandalf, filmde dahi görmediğimiz kadar büyü yapabiliyor ve grubun en önemli kişisi haline geliyor. Aragorn genelde iyileştirici ve düşmanları korkutucu güçleri kullanıyor. Legolas okuyla attığını deviriyor. Gimli ise; (bence grubun en güçlüsü) boyutların ne kadar önemsiz olduğunu kanıtlarcasına, kalabalığın içine dalıp, baltasıyla terör estiriyor. Garibim hobbitler ise ancak taş atabiliyorlar düşmanlarına. Her birinin birer kılıcı olmasına rağmen savaşsalar da savaşmasalar da pek bir şey değişmiyor.
Moria Madenlerinin sırrı
Moria Madenleri oyunun alıştırma bölümü gibi düşünülebilir. Zira RTS’lerde alıştığımız üretim kısmı işin içinde yok. Sadece karakterleri ilerletip, bölüm sonuna kadar hepsini canlı tutmaya çalışıyoruz. İşin kontrol kısmı herkesin kolayca üstesinde geleceği yapıda karakterleri seçip ilerletiyoruz. Mouse ile her şeyi yapabildiğimiz gibi ileride büyük savaşlarda işimize yarayacak olan özel güçleri klavyedeki kısayol tuşlarıyla da seçebiliyoruz.
İlk bölüm olması maksadıyla savaşlar kolayca atlatılıyor ve Troll’leri hemen alt ediyoruz. Bir ayrıntı daha gözümüzden kaçmıyor elbette; oyun içinde ilerlerken filmden alıntı olan önemli bir sahneyi yaşayacaksak; haritayı gösteren sol alt köşedeki bölüm, biz ilerlerken filmin o sahnesini izlettiriyor bizlere. Mükemmel düşünülmüş bir ayrıntı. Savaşları atlatıp merdivenlerden geçtikten sonra Balrog’a geldiğimizde zaman duruyor. Gandalf herkese “Kaçın” uyarısı yapıyor. Tüm karakterler kaçtıktan sonra Gandalf’ı kontrolümüze geçiriyoruz ve oyunun tokat gibi inen ilk darbesi ile karşılaşıyoruz. Oyunun senaryosuna göre Gandalf’ın Balrog’u öldürmesi gerek! “Ama Gandalf ile Balrog’un düşmesi gerekmiyor muydu?” dememize fırsat bırakmadan Balrog saldırıya geçiyor. Uzun süren dövüşün ardından Balrog’u yenip yolumuza devam ediyoruz. Tamam belki hikayenin bu kısmı biraz yoldan çıkmış ama olsun zaten Gandalf ölmeyecekti değil mi?
Amon-Hen’e giderken
Bölümleri tamamladıkça oyun içindeki başarımıza göre karakterlerimiz güçleniyorlar. İki çeşit level atlama söz konusu. Birincisi; her karakterin kendine ait kabiliyetini arttırıcı olanlar. Bunları, ekranın alt kısmında duran karakter portrelerinde görüyoruz. Level'lar arttıkça karakterlerin kullanabileceği büyü ve kabiliyetlerde doğal olarak artıyor. Her birini kullandığımızda yeniden şarj olması için bir süre beklememiz gerekiyor. Diğer büyü şekli ise karakterlerden bağımsız olarak bizim kullandıklarımız. Bunlar bölümler atladıkça bize verilen puanlar sayesinde oluyor. Puanları istediğimiz büyülere vererek, bunları oyun içerisinde ihtiyaç duyduğumuz anlarda kullanabiliyoruz. En önemlisi olan “heal”, yani sağlık büyüsü ilk kazandıklarımızdan biri oluyor. Tıpkı diğer kabiliyetlerde olduğu gibi bu büyüleri de kullandıktan sonra bir süre şarj olmaları için beklememiz gerekiyor. Daha yüksek puanlar karşılığı Rohan askerlerini, elf'leri, hatta ölüler ordusunu bile çağırabiliyoruz.
Bina yapımına başlasak iyi olur
Rohan süvarileri ile yaptığımız ilk görevde yavaş yavaş bina yapımına da başlamış oluyoruz. Oyuna başladığımızda büyük bir çember içinde simgeler görüyoruz. Bunlar binaları yapabileceğimiz yegane noktalar. Belki de oyunun stratejik açıdan en önemli eksilerinden biri de bu. Sadece belirli noktalara bina yapabiliyoruz. Bina yapmak için tek bir kaynağa ihtiyacımız var. O da; yiyecek. Kısacası bir iki tane çiftlik yaptıktan sonra binaları dikmek gayet basit. Binaların yapımı da simgelerin üstüne geldiğimizde otomatik olarak çıkan seçeneklerle oluyor. Kullanışı oldukça kolaylaştırdığı kesin. Haritaları açtıkça belirli noktalarda “outpost”, "castle" veya “house” gibi yıkıntılarla karşılaşıyoruz. Bunlar sayesinde ikinci ya da daha sonraki binalarımızı dikebiliyoruz. Bina sistemi yine aynı şekilde işliyor ancak haritada yeni bulduğumuz noktayı kendimize çevirebilmek için bir süre orayı güvende tutmamız gerekiyor.
Tıpkı bizler gibi düşmanlarımızda çember şeklindeki kalelere sahipler. Bu kaleler dört bir yandan açık olduğundan fethedilmesi gayet basit halde duruyorlar. Binaların tamamını yıkmamız halinde çember yok oluyor ve o nokta yeni sahibi tarafından inşa edilmeyi bekleyen kale haline dönüşüyor. Kısacası oyunun savaş kısmı, belirli noktaları ele geçirip bina kurmaktan ibaret. Tüm noktaları ele geçiren kazanıyor. Ne önemli bir ayrıntı ile ne de üzerinde kafa yoracak bir stratejik karar ile uğraşıyoruz. Bol adam üretip saldırmaktan başka yapmamız gereken pek bir şey yok. Zaten toplamamız gereken tek ürün olunca da pek bir sorun olmuyor.
Gerçekçi savaşlar bizleri bekliyor
İşin savaş kısmına girdiğimizde gerçekten iyi kotarılmış bir unsur olduğunu anlıyoruz. Birimler arası güç farkları inanılmaz derece başarılı düzenlenmiş. Örneğin Rohan süvarileri ile oynadığımız ilk bölümde anlayacağımız üzere atlı birimler yaya birimlere karşı çok üstün. Yani kılıçlı kalkanlı Goblin ve Orc sürülerini, hızını almış bir süvari birliği tek seferde ezip geçebiliyor. Hal böyle olunca ilk Rohan görevi inanılmaz derecede basit oluyor. Direkt düşmanın üzerine atınızı sürüyorsunuz ve hepsi dört bir yana uçuşuyorlar. Ancak ne zaman ki düşman mızraklı Uruk-hai’leri üretmeye başlıyor o zaman süvarilerin saltanatı bitiyor. Gerçi ordu haline ulaşmış süvari birliği bunların da üstesinden geliyor ama büyük kayıplarda verdiği oluyor.
Tıpkı biyolojik besin zincirinde olduğu gibi BfME oyununda da birimler arası bir zincir var. Yani her birimin üstün olduğu ya da zayıf olduğu bir başka birim her zaman mevcut. Süvariler, Orcları eziyor ama kurt binicileri de süvarileri harcıyor. Kurt binicileri okçular kolayca indiriyor ama okçuları da Uruk-hai’nin crossbow’lu askerleri yok ediyor. Kısacası her birimin bir eksi yanı artı yanı var. Tıpkı diğer RTS oyunlarında olduğu gibi.
Savaşların aslında en önemli yanı moral ve rütbe sistemi. Rütbe, aynen kahramanların level atlaması gibi çok fazla düşman öldüren birimin güçlenmesi anlamına geliyor. İşin güzel tarafı her bölümde yarattığınız ordular rütbeleri ile birlikte bir sonraki savaşa taşınıyor. Dolayısıyla galip geleceğiniz savaşın sonlarına doğru diğer savaşı düşünerek fazla asker ürettiğinizde olabiliyor. Moral sistemi ise özellikle öninceleme de bahsettiğimiz üzere oyunda önemli rol oynuyor. Morali yerinde olan bir grup asker haddinden fazla düşmanı yok edebilirken, Sauron’un gözüne maruz kalmış askerler korkudan savaşamaz hale geliyorlar. İşte tam bu noktada kahramanlar işi devralıyor. Savaşmakta olan bir grup askerin yanına Aragorn, Theoden gibi askerler tarafından saygıyla karşılanan bir kahraman geldi mi; herkes havaya girip iyi dövüşmeye başlıyor. Üstüne bir de Boromir borusunu öttürürse; o zaman Sauron’un gözü bile orduyu durdurmaya yetmiyor. (Efendim? Boromir öldü mü?)
Gandalf Khazad-dûm köprüsünde düşmeyi reddedip Balrog’u ulu orta öldürünce senaryoda bir şeylerin garip gittiğini hissetmiştim. Fakat Amon-Hen topraklarında Boromir’i kurtarana kadar, olayların bu kadar sarpa saracağını da hiç ummamıştım. “Acaba ben mi yanlış hatırlıyorum?” diye düşünürken “Frodo ile Sam’i sandala sağ salim ulaştırın” görevini oynadığım anda film koptu. Bu dakikadan itibaren senaryo tam anlamıyla çorbaya döndü. Boromir ile Miğfer Dibini savunma görevi mi dersiniz, Aragorn’un ölüp bir sonraki bölümde dirilmesini mi dersiniz (sonuçta birinin ölüler ordusunu çağırması lazım öyle değil mi?) artık siz karar verin. Her şey bir yana oyunun motoru ile hazırlanmış ara demoların dahi biraz evvel oynadığımız bölümü inkâr etmesi en garibi. Bazen kahramanlarımızın ulaşmamaları gereken yere kadar gittiğimiz oluyor. Dolayısıyla biraz sonra izleyeceğimiz videoda az evvel yaptıklarımız ile hiç alakası olmayan olayları izleyebiliyoruz. Her bölümde yapmamız gereken görev ise hep aynı; “Bütün düşman birimlerini yok et.”. Garip olan ise kötü tarafı oynarken her bölümde Gimli ve Legolas’ı öldürmemiz ve bir sonraki bölümde yine karşılaşmamız. Oyunu yapanlar burada neyi düşündüler çok merak ediyorum. Miğfer Dibi ise görev anlamında kitabı en inkâr eden bölüm.
Gelin Miğfer Dibi’ni bir gözden geçirelim. Saruman’ın devasa ordusu gelmeden hemen evvel Elf’ler Rohan'a yardıma gelir ve surlara dizilirler. Buraya kadar her şey güzel. Fakat ordular hücuma kalktığı anda her şey değişiyor. Merdivenlerin surlara dayanıp, düşmanın içeri girmesiyle birlikte (eğer surlara atlı süvari yerleştirmediyseniz!) herkes ölüp bitiyor. Geriye kahramanlarımız; Aragorn, Legolas, Gimli, Eowyn, Boromir(!) ve Theoden kalıyor. Belki inanmayacaksınız ama bu altı kişi ile tüm Uruk-hai ordusunu yenmek mümkün. Keza öyle de oluyor. Surların iç kısmında ürettiğiniz askerler pıtır pıtır dökülüyorlar. Sol üst köşede geri sayım yapan saat tek bir anlama gelir diye düşünüyorsunuz; “Süre dolacak ve Gandalf, Rohan süvarileri ile birlikte yardıma gelecek.”. Fakat süre bittikten sonra gelen giden olmayınca şaşırmamak elde değil. Üstelik savaşın her anında Gandalf’ın “En kötü anlarda bile umut vardır.” sesinin duyulması “Dayanın geliyorum” anlamına çıkar diye düşünüyorsanız yandınız demektir.
Büyük Miğfer Dibi savunmasından başarıyla çıkmanın en kolay yolu; surlara atlı birimler yerleştirmek. Mantık dışı bir hareket olmasına rağmen, atlı birimlerin yayaları ezip geçtiğini düşünürsek çok kolay bir şekilde bölümü tamamlayabiliyoruz. Diyelim tüm saldırıları bertaraf ettiniz ve Miğfer Dibi’ni korudunuz. Şimdiki göreviniz tüm Uruk-Hai kamplarını yok etmek! Kitabı okumuşsanız ve senaryonun değiştirilmesine tahammül edemiyorsanız; size tavsiyem bu noktadan itibaren senaryoyu oynamayı bırakın. Çünkü daha çok sinirlenirsiniz. Skirmish ve multiplayer modları daha çok hoşunuza gidecektir. Ne de olsa onlarda hikaye yok.
Güzellikleri görmezden gelemeyiz
BfME’ün teknik detaylarına baktığımızda RTS türünde bir şaheserle karşı karşıya olduğumuzu anlıyoruz. Daha ilk bölümden itibaren haritaların detaylarına, görsel efektlerin güzelliğine şahit olmak mümkün. Genel yapı itibariyle iyi sistemlerin ve ortalamanın üstündeki grafik kartlarının oyunu görsel şölene dönüştüreceğini söyleyebilirim. İlk olarak karakter animasyonları inanılmaz derecede kaliteli. Büyük savaşlar esnasında eğer zoom yapmayı denerseniz; her birimin savaştığını, silahını düşmanına doğru sapladığını görüyoruz. Büyük yaratıkların, küçük birimleri savurmasını izlemek ise tam bir keyif. Tabii ki sizin birimleriniz uçuşmuyorsa. Büyü yapan karakterlerin efektleri FPS oyunlarını aratmayacak cinsten. Düşük sistemlerde grafik ayarlarını kısmak zorunda kalacağınızdan detaylı dokular yok oluyor ama animasyonların güzelliği bu eksiyi hemen telafi ediyor. Ara videoların oyun içi motor ile düzenlendiğinden biraz sönük kalıyorlar ama yine de güzeller.
Senaryo olarak umduğunu bulamayanlar için multiplayer ve skirmish modu biçilmiş kaftan. Skirmish modunda 4 farklı ırk seçeneğimiz var. Gondor, Rohan, Isengard ve Mordor. Aslında çoklu oyuncu modunda, Gondor’un Rohan’la ya da Isengard’ın Mordor’la yaptığı savaşlar çok eğlenceli olabiliyor. Bu oyun modlarında herhangi bir senaryo zorlaması olmadığından tek yapmamız gereken düşmanları öldürmek. Ancak oyunun yapısı gereği, harita üzerindeki kamp noktalarını ele geçirmek çok büyük önem kazanıyor. Genelde oyunun sonlarına doğru bir kovalamaca yaşanıyor. Kaynak üretimi konusunda derinlik olmaması ve en çok asker üretenin kazandığı bir oyun olduğundan, önemli stratejik kararlar vermeye fırsat kalmıyor.
Skirmish oyunlarında yapay zekânın gayet başarılı olduğunu söyleyebilirim. Haritadaki noktaları çok çabuk ele geçirip hemen önemli noktalarda pusu kuruyorlar. Hızlı olanın kazandığı bu oyun modunda haritayı en geniş ölçüde elinde tutabilen taraf çok büyük avantaj sağlıyor. Fakat bu modun tek eksik yanı yükleme ekranı esnasında düşmanın nerede olduğunu göstermesi. Böylece saldırıların az çok nereden geleceğini tahmin edebiliyoruz.
Nihai sonuç
Artık son sözleri söylemenin vakti geldi. The Battle for Middle, E3 fuarındaki büyük süksesinin ardından, senaryo bazında insanları büyük hayal kırıklığına uğrattığı bir gerçek. Ancak oyunun teknik yapısı inanılmaz derecede başarılı. Haritalar son derece detaylı, görev sayısı çok ve her iki tarafın da kendine has senaryosu olması insanı uzun süre oyalıyor. RTS sevenler ya da Orta Dünya’ya hayran olanların gözü kapalı alması gereken oyun, ortalamanın üstü sisteme ihtiyaç duyuyor olması herkesi sevindirmeyebilir. Eğer senaryo hatalarını görmezden gelirseniz bir solukta bitirilebilecek kadar güzel atmosfer sunuyor BfME.
Yazıya kötümser bir hava kattığıma ve genelde hatalar üzerinde durduğuma bakmayın. Bu oyun Yüzüklerin Efendisi konseptini benimsememiş bir RTS olsa idi, mükemmel denilebilirdi. Ancak hem o ismi üzeride taşıyıp, hem de orijinal senaryoyu allak bullak hale getirmeye hiç hakkı olmadığını da unutmamak gerek.
Kafamı karıştıran bir konuyu sizlerle paylaşmam gerek. Boromir Miğfer Dibi’nde Aragorn’u kurtarmıştı ama Miğfer Dibi’ni savunan ve savaşı kazandıran Eowyn’di değil mi..?
Aragorn, Legolas, Gimli, Gandalf...
My Heroes’e tıkladığımızda Create a Hero ekranı açılıyor! Bu demek oluyor ki, kendi kahramanlarımızı yaratabiliyoruz! İlk olarak yaratacağımız karaktere sınıf seçiyoruz. İnsan mı, Elf mi yoksa başka bir tür mü olacağı burada belli oluyor. Oranın hemen aşağısında ise seçtiğimiz türe göre tipler açılıyor.Kadın-
Geldik Solo Play’e.
Sıra tabanlı mod!
Oyunun mod’ları arasında War of the Ring’i görünce şaşırdım. Başta Yüzüklerin Efendisi için hazırlanan ilk strateji oyunu War of the Ring ile bağlantısı olabilir mi diye geçirdim aklımdan. Ancak tıkladığımda, o son derece başarısız oyun ile hiç bir bağı olmadığını gördüm. War of the Ring mod’u, oyuna
Genellikle ilk görevler oyunu öğrenmemiz için fazlasıyla
Kötü tarafa göz gezdirdiğimizde genellikle Goblin’leri komuta ediyoruz. Burada en büyük kahramanımız Sauron Mouth! ve onun yanında nazgul’ler. İyi ve kötü taraf arasında binalar ve yerleşim biçimleri çok farklılık gösteriyor. Artık binaları istediğimiz yere koyabiliyoruz. Bu
Kahraman etkisi
İlk yapıtı oynayanlar bilirler. Kahramanlar o kadar
Gerçekten de eskiden strateji oyunları için, grafikler hep geri planda bırakılır ve neticesinde görsel yönden oldukça zayıf yapımlar çıkardı. Aslında sıkı strateji oyuncularının bu duruma pek de itirazı olamazdı, zira asılolan stratejinin kendisinin kalitesiydi fakat son yıllarda firmalar bu grafik açığını iyiden iyiye kapatmayı bildiler. EA’de bu firmalardan biri. BFME 2’nin grafikleri ilk başta çok da etkileyici gelmeyebilir. Hatta Warcraft 3 tarzı olduğunu düşünebilirsiniz fakat sadece birazcık incelediğinizde bir strateji oyununda eşine az rastlanacak kalitede grafikler göreceksiniz. Genel olarak çevrenin renkli tasarımı, Orta Dünya’nın büyülü atmosferini yansıtmayı çok iyi beceriyor. Bu yüzden gerçekçi renkler değil, daha masalsı bir hava katmak için birbirinden çeşitli renkler kullanılmış. İşte bu yüzden ilk anda grafiklerin kalitesi dikkatinizi çekmeyebiliyor. Buna karşın grafikler çok başarılı. Oyunda kullanılan ışık efektine bakın. Buzulların üzerinde hareket ettiğimiz görevlerde, gök yüzünden yansıyan ışık efekti neredeyse gerçek gibi etkileyici. BFME 2 piyasaya çıkana dek, bir strateji oyununda gördüğüm en iyi deniz efektinin Age of Empires 3’te olduğunu düşünüyordum. Açıkçası BFME 2 bu düşüncemi kökten değiştirdi. Yapımcılar muhteşem deniz efektleri yapmış. Hatta güneşin denize vurması şahane! Görevi unutup bir süre denizi izlemek istiyorsunuz adeta! Bunların haricinde Age of Empires 3’teki kadar olmasa da, oyunun fiziksel yapısı da son derece başarılı. Bir binaya saldırdığınız zaman, yıkılmaya az kala, binadan parçalar dökülmeye başlıyor. Birimlerin de bir hacmi bir ağırlığı olduğunu oyun size hissettiriyor. Öyle ki Mountain Giant’ı öldürdüğünüzde, onun yavaş yavaş geriye doğru düşmesini ve hatta düştükten sonra vücudunun aldığı formu, çevreden kalkan tozları görebilmek çok güzel. Hem görsel anlamda göze hitap ediyor hem de fiziksel anlamda gerçekçilik hissi uyandırıyor.
Seslerden bahsedecek olursak, yapım en az ilk oyun kadar başarılı. Birimlerin binalara darbelerinden oluşan sesler, ortamdaki çevre sesleri kulağa hiç tırmalamıyor. Ancak yapımın asıl ağır bastığı yön, tıpkı SW: Empire at War’da olduğu gibi müzikleri! Yüzüklerin Efendisi serisinde kullanılan müzikler eşliğinde tamamladığınız görevlerde, addeta oyunun atmosferine gömülüyorsunuz...
BFME 1, oynanabilirliği iyi olmasına karşın zamanına göre oldukça iyi bir sistem gerektirdiği için, ağır oyun motoru neticesinde, biraz hantal bir oyundu. BFME 2’de yapımcılar bu sorunu çözmüşler. Artık oyun son derece akışkan ve gayet dinamik oynanıyor. EA bu konuda oldukça başarılı.
Oyunun yapay zekası da oldukça başarılı. Orta Dünya’nın labirent gibi coğrafyaları içerisinde bile, birimlerinize uzak bir yere gitme emiri verdiğinizde, hiç bir yerde takılmayıp, yollarını kolaylıkla buluyorlar. Düşman yapay zekasının tek eksiği belirli bir noktaya gelmediğiniz sürece saldırmamaları. Bunun için onlara biraz yaklaşmanız gerekiyor.
Sistem gereksinimleri
BFME 2’yi oynayabilmek için yapımcıların önerdiği minimum sistem, 1.6GHz işlemci, 256 MB RAM ve 64 MB ekran kartı. Bizim BFME 2’yi incelediğimiz sistem ise 2.8GHz işlemci, 1 GB RAM ve 128 MB ATI Radeon 9800 Pro ekran kartı içeriyor. Açıkçası gölgeler hariç tüm görsel ayarlar en üst seviyedeyken rahat bir oynanış yakaladık. Eğer sisteminiz önerilen minimum sistemden düşükse, BFME 2’den oynanacak bir performans alamazsınız.
Geldik yolun sonuna
Genel olarak bakıldığında The Lord of the Rings: The Battle for Middle-Earth 2 strateji oyunu sevenleri oldukça etkileyecek cinsten, kaliteli bir yapım. Eğer Yüzüklerin Efendisi fanıysanız, BFME 1’i oynayıp, beğendiyseniz. İkinci yapım da hoşunuza gidecektir. Çoğunlukla seride öne çıkmamış ırkların kahramanları üzerine kurulmuş olsa da, gerek grafik gerek ses gerekse oynanabilirlik gibi teknik yönlerden son derece başarılı bir yapım BFME 2. Orta Dünya’yı özlediyseniz, EA sizi ikinci bir Orta Dünya yolculuğuna davet ediyor. Bu sefer ki yolculukta çeşitli ırklar, birbirinden farklı devasa yeraltı yaratıkları, yeni birimler, gemiler, yapılar ve kısacası Orta Dünya’ya dair yepyeni varlıklar sizi bekliyor. Oyuna dalıp gerçek hayatı unutmayın...
Third Age grafik olarak kuvvetli bir oyundu. Hoş görseller sunuyordu. Müzikler ve sesler her zamanki gibi mükemmel... Yeniden oynamak için bir şey vaat etmeyen güzel bir oyundu Third Age...
The Third Age
Açıçası masaüstü FRP oynamayı seven biri olarak, bu oyunları monitör karşısında oynamayı çok benimseyemedim, tabi Baldur’s Gate gibi bir kaç oyunu ayırıyorum şöyle bir kenara. Japon RPG’lerine ise ayrı bir uzağım, Legend of Dragoon gibi yine bir kaç istisna oyun olsa da... Hele işin iç yüzünde sıra tabanlı dövüşler oldu mu, iyice uzaklaşırım oralardan. Bu yüzden belki Third Age’in isminin başında ‘’Lord of the Rings’’ kelimeleri olmasaydı, büyük ihtimalle bu oyun konsolumdan içeri bile giremeyecekti. Gördüğünüz gibi Third Age’i sadece ismi yüzünden alıp denediğimi çekinmeden belirtiyorum. EA’nin de RPG oyunlarına uzak bir firma olduğunu düşünürseniz başta aklınızda karamsar bir tablo oluşabilir; fakat emin olun Third Age’i oynayınca bu fikriniz değişebilir.
Oyunun senaryosu üçlemenin tamamını içeriyor fakat durum biraz farklı, biz yapılan savaşlarda ve olup bitenler arasında yepyeni altı karakter ile hikaye örgüsüne bir şekilde dahil oluyoruz; bu yüzden aslında Third Age’i yan bir senaryo olarak görebiliriz. Oyuna Gondor’lu bir savaşçı olan Berethor ile başlıyoruz ve daha hemen yolun başında yüzük tayfları karşımıza çıkıp bizi öldürüyor, bu sırada Idrial isimli elf olaya müdahale ediyor ve şifa büyüsü ile bizi hayata döndürüyor. Bundan sonrası ise ikilinin yollarına devam etmesiyle gelişiyor, ilerleyen kısımlarda Elegost, Eaoden, Morwen ve Hadhod isimli dört karakter daha gruba katılıyor. Bu karakterlerden Elegost bir ranger, Morwen hırsız/savaşçı, Eaoden şovalye ve Hadhod’da cüce sınıfından bir savaşçı. Grup, Mines of Moria, Helm’s Deep, Pelennor Fields, Osgiliath ve Minas Tirith gibi yerlere gittiği için yolumuz buralarda Yüzük Kardeşliği’yle de kesişiyor ve bu nedenle oyunda kısa süreliğine de olsa Aragorn, Faramir, Legolas ve Gimli gibi karakterleri de savaşlar esnasında yönetebiliyoruz, hatta Moria’da Gandalf olarak Balrog’a karşı bile savaşabiliyoruz. Bunların dışında bazı karakterler de belli savaşlarda yanımızda yer alıyor.
Savaşlar demişken oyun sıra tabanlı bir RPG olduğu için her karakterin kendine özgü yetenekleri, büyüleri, zırhları ve silahları var. Bu özellikler deneyim kazandıkça geliştirilebilir niteliklere de sahip, ayrıca bazı gizli silah ve sihirli nesnelerle farklı marifetler kazanabilmek de mümkün. Oyunun oynanışına daha fazla değinmek gerekirse; ilk etapta dışarıdan bakıldığında bir aksiyon oyunu havası var. Görünüm olarak önceki iki LOTR oyununu alın ve karakterinizi Tomb Raider tarzı bir kamera açısıyla kontrol ettiğinizi düşünün. Tabi mekanlar önceki LOTR oyunlarından çok daha geniş. Ekranın üst köşesinde bir harita/radar olmasına rağmen bazı labirent yapılarda kaybolmanız bile mümkün, neyseki ulaşmanız gereken yerler kırmızı noktalarla belirtilip oyunun akışı zora sokulmuyor. Evet dediğim gibi siz grubu temsilen istediğiniz herhangi bir karakterle bu noktalara gidip görevleri tamamlamaya çalışıyorsunuz, tabi bu noktalara giderken karşılaşacağınız sandık ve benzeri şeylerden gerçek zamanlı olarak nesneleri topluyor, gizli nesneleri arıyorsunuz. Bir düşmanla karşılaştığınızda ise görüntü değişiyor ve klasik Sıra Tabanlı Strateji moduna geçiliyor ve savaşlarınızı bu şekilde yapıyorsunuz. İstisnalar hariç, karşılaşmalarda genellikle aktif olarak üç savaşçınız bulunuyor, fakat savaşlar esnasında istediğiniz zaman hamle kaybı yapmadan pasif ve aktif savaşçılarınızı değiştirebiliyorsunuz, zaten işin stratejik kısmını da genellikle bu olay belirliyor.
Fangorn’daki Entler
Savaşlarda Perfect Mode denen bir özelliği de
Karşılaşacağınız düşmanları genelde Orta Dünya’nın vazgeçilmezleri olan: Orc, Wildmen, Warg, Troll, Nazgul, Uruk-hai ve Goblin‘ler oluşturuyor. Tabi bu ırklar da kendi içlerinde farklı rütbelere ve sınıflara ayrılmışlar, bu yüzden düşmanların ırkları aynı olsa da gerek görüntü gerekse güçleri birbirinden farklı oluyor.
Konsolda RPG oyunu denince akla genelde Japon yapımları geldiği için belirtme gereği duyuyorum: Oyunda çok fazla
Evil Mode ile karanlık tarafta yer alın...
Oyunda bir de Co-op modu seçeneği bulunuyor, bu seçeneği aktif hale getirerek grubunuzu savaşlarda yanınıza aldığınız bir
Oyunun seslendirmeleri yine
RPG’leri özel bir ilginiz olsun ya da olmasın Third Age’i deneyin derim. Bu arada Third Age’in RGP’lere getirdiği bir yenilik yok, Baldur’s Gate kadar detaylı ve iyi de olmayabilir, hatta belki sıkı RPG oyuncularına hafif bile gelebilir; ama oyun kendini bir şekilde oynatıyor. Kim bilir belki bunun sebebi de Tolkien’in yarattığı Orta Dünya’nın kendi sihrindendir...
Online oyunlarda grafik önemli değildir. Lakin SoA'nın grafikleri gayet kaliteli idi. Sesler ve Müzikler ise yine mükemmel...