LoTR: Fellowship of the Ring:
Maalesef şok oldum , ayrıyeten hayal kırıklığına uğradım, neden mi? Karakterler hiç beklediğim gibi çıkmadı, özellikle Gandalf, romanda ve filmde başta gri giyimli olan Gandalf burada karşımıza beyaz bir elbise ile çıkıyor, şimdi diyceksiniz saçmalıyorsun, eğer romanı ve filmi gördüyseniz bu iki nokta hikayenin kilit noktalarından biri, bunun yanında grafikler de pek hoşuma gitmedi, konu akışı biraz değişmiş, ne diyelim Two Towers inşallah beklediğime değer. Bunlar benim görüşlerim, ortam kızışmasın ben hemen çözüme geçiyorum.
HOBBITON
sağlık büyüsünü en iyi yapabilen karakter olan Idrial’ı gerekmedikçe savaşa sokmamalısınız. Bunun nedeni ise bir kara büyünün Idrial’ın sağlık büyüsü yeteneğini geçici olarak kaybetmesine sebebiyet verebilecek olması. Aslında stratejik konuda oyundaki detay daha çok, karakterlerinizi istediğiniz yönlerde gelişitirebilir, öncelikli olarak öğrenmesini istediğiniz marifetleri belirleyebilirsiniz vs.
Fangorn’daki Entleryardıma hazır!
Savaşlarda Perfect Mode denen bir özelliği dekullanabilmeniz mümkün, süper gücünüz diyebileceğim bu özellik grubun savaşlar esnasında yaptığı hamelere göre şarj oluyor ve full şarj sağlandığında Fangorn Ent’lerini yardıma çağırabilmek gibi çok güçlü saldırılar yapabiliyorsunuz, anlaşılacağı gibi bu saldırıları yine özel düşmanlara karşı kullanmak gerekiyor.
Karşılaşacağınız düşmanları genelde Orta Dünya’nın vazgeçilmezleri olan: Orc, Wildmen, Warg, Troll, Nazgul, Uruk-hai ve Goblin‘ler oluşturuyor. Tabi bu ırklar da kendi içlerinde farklı rütbelere ve sınıflara ayrılmışlar, bu yüzden düşmanların ırkları aynı olsa da gerek görüntü gerekse güçleri birbirinden farklı oluyor.
Konsolda RPG oyunu denince akla genelde Japon yapımları geldiği için belirtme gereği duyuyorum: Oyunda çok fazladost karakterle karşılaşmadığınız için oraya git bununlakonuş , şuraya git bilmem kimi gör durumu yok gibi birşey. Yok hani Japon RPG’leri öyledir ya sayfa sayfa text falan, bazı oyuncuları hiç sarmaz, o yüzden belirteyim dedim. Gerçi zaten Third Age’in o tür oyunlarla ortak RPG öğeleri dışında hiç alakası da yok.
Evil Mode ile karanlık tarafta yer alın...
Oyunda bir de Co-op modu seçeneği bulunuyor, bu seçeneği aktif hale getirerek grubunuzu savaşlarda yanınıza aldığınız birarkadaşınızla birlikte yönetme şansına da sahipsiniz. Evil Mode ise detaylı olmasa da güzel düşünülmüş farklı bir mod. Mesela normal oyun modunda bir kaç bölüm geçtiniz ve save’inizi yaptınız. Oyundan çıkıp Evil Mode seçeneğinde aktif hale gelmiş bölümlerde - normal modda yeni bölümler açtıkça açılıyor – karanlık tarafta yer alıyorsunuz, bu sayede Balrog, Uruk-hai ve Orc’lar gibi kötüleri yöneterek bir kaç round boyunca Berethor ve grubuna karşı savaşabiliyorsunuz. Tüm roundları yenerseniz normal moddaki save’inizin üstüne ekleme yapılıyor ve bu sayede hem oyunu karanlık taraftan da oynamış oluyor hem de grubunuzdaki karakterler için yeni item’ler elde etmiş oluyorsunuz.
Grafikler ise yukarıda bahsettiğim mekanların 3D modellemelerinden oluşuyor, tabi orman içlerindeki uzun patikalar, kayalık ve dağlık bölgeler, mağaraları da unutmamalı. Bu bahsettiğim açık alanlar göze genelde tekdüze gelebilir, fakat Miğfer Dibi’nde surların arkasında geçen bölümler gibi bazı özel bölüm tasarımları ise göze çok daha hoş gelecektir, zaten alan büyük olunca önceki iki oyundaki gibi detay beklemek biraz yanlış olurdu. Buna rağmen çevre grafikler bence oldukça başarılı , miğfer dibi dışında çok fazla karşılaşacağınız karakter de bulunmuyor fakat Helm’s Deep’teki karakter modellemeleri de bence çok iyi. Zaten ana karakter modellemelerine söz yok, düşmanlar da oynaya oynaya göze arada tekdüze gelsede bence başarılılar . Yalnız Helm’s Deep’in iç kısımlarında yüksek detaylı bölümlerde dikkat edilirse bazı noktalarda akıcılık kaybolabiliyor, ama sıra tabanlı bir oyunda bu çok da büyük bir sorun sayılmasa gerek.Görüntü ve renk filtresi ise önceki LOTR oyunlarının kıvamında .
Oyunun seslendirmeleri yinefilmin gerçek aktörleri tarafından yapılmış, bunun dışında Motion Capture tekniği de oyunda kullanılarak animasyonların gerçekçi olması sağlanmış. Görevler esnasında çok sık karşılaşacağınız filmden alınma görüntüler isefilmi adeta yeniden izlemişsiniz etkisi yaratacak, hatta filmleri benim gibi birkaç kez izlemişseniz, bu olay sizi rahatlıkla sıkabilir.
HOBBITON
Oyun kitaptaki ve filmin biraz ilerisinden başlıyor, Gandalf’ın Frodo’ya yüzük hakkında birşeyler anlattığı sahne (taktım Gandalf’ın giysisine), herşey aynen gerçekleşiyor, Sam bizi dinlerken yakalınıyor ve Gandalf ona Frodo’yu hiçbirzaman bırakmamasını söylüyor. Ayrılmadan önce yatakodasından birkaç eşya almanız gerekiyor, anahtarı da aldıktan sonra Bywater’a gitmek için yola koyulun, patikayı takip ederek Bywater’e ulaşın, Bywater’ın diğer karşı tarafında bulunan Lobelia Sackville ile konuşun, sizden Bywater’ın ortasındaki çanı gidip çalmanızı istiycek, gidin ve çana taş atın,geri dönüp Lobelia ile konuşun. Yapmanız gereken Bag End’e gisip diğer yatakodasından yüzüğü almak. Tekrar dışarı çıkın, yüzüğü getirmek için gittiğimizde, sevimli siyah arkdaşlar bizi soracaklar “Nazgül”, introdan sonra gidip tüzüğü verin ve kaçmaya başlayın, niçin mi? dediğimi yapın bana güvenin, küçük tepecikten ve yolun aşağısına kadar devam edin, yoldaki Nazgüllere dikkat edin, Byawater’e geçmek için kullanacağınız köprünün başında bir Nazgül sizi bekloyor olacak, koşun ve tepeceğin arkasına saklanın, Nazgül gelecek sizi aramaya başlıycak, filmi veya romanı okuyanlar bilir napıcaaz taş atıcaaz (mouse 2 tuşu), sese doğru gitmesini bekleyin, “shift” tuşunu basılı tutarak “senaek” öazelliğini kullanarak köprüden geçin. Bywater’da karşınıza çıkna köpeği değnenizle öldürün, doğudan çıkarak Green Hill’e girin, tine köpeğin soyları, kaçın derim, yada yüzüğü kullanın ama tavsiye etmem, temiz kişiliğin azalırken Nazgüllerin de sizi bulmasına kolaylık yapmıi olursunuz. Onları atlattıktan sonra yolda yine Nazgül ile karşılacaksınız, ırmağı takip edip büyük kayanın arkasına saklanın ve geldiğiniz yolungerisine bir taş atın, yine ayni şekilde gizlenerek onu atlatın. Evet nihayet Maggot’s Farm’a gelebildik.
FOREST LABYRINTH
Old Forest’teyiz, Sam, Pippin ve Muntiadoc kayıp, ormanı gezip onları bulmalıyız, yolun etrafından dolanarak ilerleyin, ormandaki örümceklere dikkat edin, buluğunuz bütün mantarları toplamayı unutmayın, grubunuzu tamamlayınca yola devam edin, birazdan Old Man Willows’a kendimizi bulacağız, Sam uyuyacak, diğerleri de kapana kısılacak, ona taş atın, daha sonra eline değnekle vurun, Tom Bomadil gelene kadar bunu yapmayı sürdürün, Tom onu rahatına kavuşturacak, ardından Tom bizden 11 tane “lilies”, bulmamızı isitycek, grupla bütün bir şerkilde harekey edin böylece örümceklere daha rahat karşı koyabilirsiniz. 11adet lilie bulduğunuz zaman Tom bizi evine getirecek, dinlendikten sonra Barrow Down’a doğru yola koyulun. Kurtlara dikkat edin, gece olunca yine arkdaşlar kayboluyor (anlaşmalı bunlar) sizde onları bulmak için hayaletlerle savaşmak zorunda kalacaksınız, onları yenmenin en kolay yolu etraflarında turlar atarak vurkaç tekniği uygulamak, kaybolana kadar bu tekniği devam ettirin (sakın aralarında kalayım demeyin). Yola devam edin, karşınıza Barrow Wright çıkacak, yapmanız gereken Wright’ın arkasında kalan duvara tırmanıp klıcı almak, vurkaç tekniğini uygulayın (nefesine dikkat edin), birazda Tom Bombadil’in mısralarını mırıldanmaya başlıyacağız ve derken Tom geliyor. Herşey yoluna girince Bree kasabasına kadar Tom’u takip edin.
BREE
Napıyoruz Sıçrayan Midilliye (Prancing Pony) gidip bir oda kiralamalıyız, oadyı kiraladıktan sonra Yolgezer (Strider) ile konuşun. Sıra Yolgezer’i kontrol etmeye geldi, yapmanız gereken dışarı çıkıp Montiadoc’u armaya başlayın. Dışarda kurtlar ve Orc’lar ile kapışacağız, anayolun aşağısına , arka tarafta onu bulabilirsiniz. Köpekeri ve yolunuzu kesen 4 adamı öldürün. Sırada Nazgülleri kontrol etmeye yarayan materyalleri toplamaya geldi, bunları şuralarda bulabilirsiniz;
WEATHER TOP HILL
Yolda pek de güçlü olmayan düşmanlarla karşılacaksınız, esas rakip Mon Sül adındaki troll, Weather Top harabelerinde rastlayacağımız, en yol etrafında koşarak saldırıp geri çekilmek ve yine etrafında koşmaya devam edin, en keskin saldırı arkasına geçin ve kılıcınızla sizi itine kadar saldırmak, troll’ü öldürdükten sonra Nazgüller devreye giriyor ve bilindiği gibi Frodo yaralanıyor, ardından yine bir Nazgül saldırısına uğruyoruz, ama ateşle savaşmak zorunda kalacağız, sakın Frodo’yu yalnız bırakayım demeyin. Frodo’yun önünde durarak gelen saldırıları savuşturun, saldırılarından vazgeçip gidene kadar Frodo’yu korumaya devam edin. Rivendell’i geçerek o muhteşem Elf şehrine gitmek için devam ederken Orc’lar ve 3 Troll ile karşılacaksınız, vurkaçtekniği ileTroll’leri halledin (Hobbit’lerden uzaklaşmamaya özen gösterin). Trol’leri öldürdükten sonra Glorfindel il karşılacaksınız ve tıpkı kitaptaki gibi Frodo ile peşimizden gelen Nazgül’lerden kaçmaya başlıaycağız, nehre kadar atı sürün.
RIVENDELL
Intro’yu izledikten sonra, Gandalf’ı kontrol ederek Moria’nın doğusuna doğru yola koyulalım. Yolda Sürüyle orc ile karşılacağız, Moria geçide vardığımız zaman Gandalf, Dwarf geçidinin kapısının şifresini düşünmeye balıycak, biz de Aragorn’u kontrol edeceğiz, yapmanız gereken Gandalf’ı sudan çıkan yaratıktan korumak. Yaratığın kollarına (dokunaç)ve gözlerine ok atın en iyi yol bu, Gandalf kapının şifresini çözene kadar bu işlemi devam edin.
MORIA
Labirent ve orcların bol olduğu bir bölüm, ilk olarak Gandalf’ı kontrol ediyoruzi, duraksadığınız zaman Orc’lar saldıracak, diğerleri savaşırken siz odanın ortasındaki heykele yaklaşın, heykelin etrafında 4 düğme ve taş bulunuyor, “e” düğmesi ile düğmeleri basarak önlerine taşları itin, kapı açılacak. Balins Tomb’a vardığınız zaman Frodo ve Gimli ikinci salonda sıkışacaklar, hemen büyük odaya yerdeki çatlağın üstünden atlayın, duvara tırmanın, ordaki okcuları öldürün ve mavi taşı itin ve tekrar aşağıya inin, Gimli’yi kendi halinde bırakın ve ittiğiniz taşın oraya gidin ve onu düğmeyin üstüne itin, böylece kapı açılacak, fakat arkadaşlarınız yanına gitmek için biraz daha savaşmanız gerekecek, kısa bir süre sonra kocaman bir merdivenle karşılacaksınız, tırmanın ve karşı tarafa geçerek köprüyü açacak düğmeye basın. Bunları yaparken hızlı hareket etmelisiniz, hemen Gimli’nin yanına dönerek arkadaşlarınıza kavuşun.
Sırada Balrog ile karşılaşmak var, o büyük ateşli yaratık (burda artık silahlar işe yaramaz), sırada Gandalf var, hemen Lightning büyüsü yapın, sersemlidiği anda klıcınızla 3 kere saldırın ve geri çekilin, Gandalf köprüyü yıkana kadar böylece devam edin, intro’yu izleyin. Lothlorien’e vardığınız zaman güzel bir intro izleyeceksiniz, ardından su aynayı “Mirror Of Galadriel”
ORC DAM
Bot seyahetinden sonra Orc ve Troller ile kapışacağız, yolumuza devam ederken uçan bie Nazgül gelecek ve Sam’i kaçıracak, gidip onu kurtarmanız gerekmektedir. Aragorn’u kontrol edeceğiz, Amon Han’e giderken birkaç Orc ve Troll yine karşımıza çıkacak, etraflarında dolanarak hızlı ataklarla işlerini bitirin. Frodo’yu kontrol etmeye başladığımız andan itibaren koşmaya başlayın, tepeye çıkana kadar bütün Orc’ları atlatın, oraya ulaştığınız zaman kontrol tekrar yine Aragorn’a geçicek, aynı yolu izleyin ve tepeye ulaşın (hepsini öldürmeye kalkmayn, hem zamandan hem de candan olursunuz), tepeye vardığınız zaman sıra Aragorn’geçicek, Aragorn’un başı uçan bir Nazgül ile dertte, ilk olarak yerdeki haliyle savaşıyoruz, ağzından çıkan siyah nefesine dikkat edin. Daha sonra Nazgül havalanacak ve garip siyah toplar atmıya başlıycak. Toplardan kaçarak ona vurun, Legolas son vuruşu yapana kadar bunu devam ettirin.
Bitti mi? ne? Yok yaw, yok yok, nası?
FOREST LABYRINTH
Old Forest’teyiz, Sam, Pippin ve Muntiadoc kayıp, ormanı gezip onları bulmalıyız, yolun etrafından dolanarak ilerleyin, ormandaki örümceklere dikkat edin, buluğunuz bütün mantarları toplamayı unutmayın, grubunuzu tamamlayınca yola devam edin, birazdan Old Man Willows’a kendimizi bulacağız, Sam uyuyacak, diğerleri de kapana kısılacak, ona taş atın, daha sonra eline değnekle vurun, Tom Bomadil gelene kadar bunu yapmayı sürdürün, Tom onu rahatına kavuşturacak, ardından Tom bizden 11 tane “lilies”, bulmamızı isitycek, grupla bütün bir şerkilde harekey edin böylece örümceklere daha rahat karşı koyabilirsiniz. 11adet lilie bulduğunuz zaman Tom bizi evine getirecek, dinlendikten sonra Barrow Down’a doğru yola koyulun. Kurtlara dikkat edin, gece olunca yine arkdaşlar kayboluyor (anlaşmalı bunlar) sizde onları bulmak için hayaletlerle savaşmak zorunda kalacaksınız, onları yenmenin en kolay yolu etraflarında turlar atarak vurkaç tekniği uygulamak, kaybolana kadar bu tekniği devam ettirin (sakın aralarında kalayım demeyin). Yola devam edin, karşınıza Barrow Wright çıkacak, yapmanız gereken Wright’ın arkasında kalan duvara tırmanıp klıcı almak, vurkaç tekniğini uygulayın (nefesine dikkat edin), birazda Tom Bombadil’in mısralarını mırıldanmaya başlıyacağız ve derken Tom geliyor. Herşey yoluna girince Bree kasabasına kadar Tom’u takip edin.
BREE
Napıyoruz Sıçrayan Midilliye (Prancing Pony) gidip bir oda kiralamalıyız, oadyı kiraladıktan sonra Yolgezer (Strider) ile konuşun. Sıra Yolgezer’i kontrol etmeye geldi, yapmanız gereken dışarı çıkıp Montiadoc’u armaya başlayın. Dışarda kurtlar ve Orc’lar ile kapışacağız, anayolun aşağısına , arka tarafta onu bulabilirsiniz. Köpekeri ve yolunuzu kesen 4 adamı öldürün. Sırada Nazgülleri kontrol etmeye yarayan materyalleri toplamaya geldi, bunları şuralarda bulabilirsiniz;
- Ahır
- Güney kapısının orada
- Kuzey kapısının arkasındaki gardiyanların odasında
WEATHER TOP HILL
Yolda pek de güçlü olmayan düşmanlarla karşılacaksınız, esas rakip Mon Sül adındaki troll, Weather Top harabelerinde rastlayacağımız, en yol etrafında koşarak saldırıp geri çekilmek ve yine etrafında koşmaya devam edin, en keskin saldırı arkasına geçin ve kılıcınızla sizi itine kadar saldırmak, troll’ü öldürdükten sonra Nazgüller devreye giriyor ve bilindiği gibi Frodo yaralanıyor, ardından yine bir Nazgül saldırısına uğruyoruz, ama ateşle savaşmak zorunda kalacağız, sakın Frodo’yu yalnız bırakayım demeyin. Frodo’yun önünde durarak gelen saldırıları savuşturun, saldırılarından vazgeçip gidene kadar Frodo’yu korumaya devam edin. Rivendell’i geçerek o muhteşem Elf şehrine gitmek için devam ederken Orc’lar ve 3 Troll ile karşılacaksınız, vurkaçtekniği ileTroll’leri halledin (Hobbit’lerden uzaklaşmamaya özen gösterin). Trol’leri öldürdükten sonra Glorfindel il karşılacaksınız ve tıpkı kitaptaki gibi Frodo ile peşimizden gelen Nazgül’lerden kaçmaya başlıaycağız, nehre kadar atı sürün.
RIVENDELL
Intro’yu izledikten sonra, Gandalf’ı kontrol ederek Moria’nın doğusuna doğru yola koyulalım. Yolda Sürüyle orc ile karşılacağız, Moria geçide vardığımız zaman Gandalf, Dwarf geçidinin kapısının şifresini düşünmeye balıycak, biz de Aragorn’u kontrol edeceğiz, yapmanız gereken Gandalf’ı sudan çıkan yaratıktan korumak. Yaratığın kollarına (dokunaç)ve gözlerine ok atın en iyi yol bu, Gandalf kapının şifresini çözene kadar bu işlemi devam edin.
MORIA
Labirent ve orcların bol olduğu bir bölüm, ilk olarak Gandalf’ı kontrol ediyoruzi, duraksadığınız zaman Orc’lar saldıracak, diğerleri savaşırken siz odanın ortasındaki heykele yaklaşın, heykelin etrafında 4 düğme ve taş bulunuyor, “e” düğmesi ile düğmeleri basarak önlerine taşları itin, kapı açılacak. Balins Tomb’a vardığınız zaman Frodo ve Gimli ikinci salonda sıkışacaklar, hemen büyük odaya yerdeki çatlağın üstünden atlayın, duvara tırmanın, ordaki okcuları öldürün ve mavi taşı itin ve tekrar aşağıya inin, Gimli’yi kendi halinde bırakın ve ittiğiniz taşın oraya gidin ve onu düğmeyin üstüne itin, böylece kapı açılacak, fakat arkadaşlarınız yanına gitmek için biraz daha savaşmanız gerekecek, kısa bir süre sonra kocaman bir merdivenle karşılacaksınız, tırmanın ve karşı tarafa geçerek köprüyü açacak düğmeye basın. Bunları yaparken hızlı hareket etmelisiniz, hemen Gimli’nin yanına dönerek arkadaşlarınıza kavuşun.
Sırada Balrog ile karşılaşmak var, o büyük ateşli yaratık (burda artık silahlar işe yaramaz), sırada Gandalf var, hemen Lightning büyüsü yapın, sersemlidiği anda klıcınızla 3 kere saldırın ve geri çekilin, Gandalf köprüyü yıkana kadar böylece devam edin, intro’yu izleyin. Lothlorien’e vardığınız zaman güzel bir intro izleyeceksiniz, ardından su aynayı “Mirror Of Galadriel”
ORC DAM
Bot seyahetinden sonra Orc ve Troller ile kapışacağız, yolumuza devam ederken uçan bie Nazgül gelecek ve Sam’i kaçıracak, gidip onu kurtarmanız gerekmektedir. Aragorn’u kontrol edeceğiz, Amon Han’e giderken birkaç Orc ve Troll yine karşımıza çıkacak, etraflarında dolanarak hızlı ataklarla işlerini bitirin. Frodo’yu kontrol etmeye başladığımız andan itibaren koşmaya başlayın, tepeye çıkana kadar bütün Orc’ları atlatın, oraya ulaştığınız zaman kontrol tekrar yine Aragorn’a geçicek, aynı yolu izleyin ve tepeye ulaşın (hepsini öldürmeye kalkmayn, hem zamandan hem de candan olursunuz), tepeye vardığınız zaman sıra Aragorn’geçicek, Aragorn’un başı uçan bir Nazgül ile dertte, ilk olarak yerdeki haliyle savaşıyoruz, ağzından çıkan siyah nefesine dikkat edin. Daha sonra Nazgül havalanacak ve garip siyah toplar atmıya başlıycak. Toplardan kaçarak ona vurun, Legolas son vuruşu yapana kadar bunu devam ettirin.
Bitti mi? ne? Yok yaw, yok yok, nası?
LoTR: Two Towers:
LOTR: TT sadece PS2 platformunda boy göstermiş, 2002 yılında, ilk oyundan bir kaç ay sonra raflara dizilmiştir. İlk oyun ile hayal kırıklığı yaşayanlara ilaç gibi gelmiştir Two Towers... Tek sorun oyunun sadece PS2'ye çıkması ve 2002 yılında çok fazla PS2 sahibinin olmaması üzücüydü. Bende bu oyunu İnternet kafede oynayıp bitirmiş kişilerdenim. Hee, unutmadan, oynanış süresi 6 saat olduğu için bazılarının çok tepkisini çekmiştir.
O zamana o grafikler müthiş denecek seviyedeydi. Animasyonlar, dokular, efektler çok güzel hazırlanmıştı. Sesler LoTR kalitesine ulaşmış, müzikler filmin soundtrack'lerinden alınmıştı. Two Towers ilk oyun gibi kitaptan değil, filmden uyarlanmıştı.
O zamana o grafikler müthiş denecek seviyedeydi. Animasyonlar, dokular, efektler çok güzel hazırlanmıştı. Sesler LoTR kalitesine ulaşmış, müzikler filmin soundtrack'lerinden alınmıştı. Two Towers ilk oyun gibi kitaptan değil, filmden uyarlanmıştı.
OYUN İLE İLGİLİ BÖLÜMLER İÇERİR:
Bilindiği gibi Tolkien'in dünyada milyonlarca hayranı olan ‘’Yüzüklerin Efendisi’’ serisinin ikinci filmi olan Two Towers'ın oyunu EA tarafından sadece konsollar için hazırlandı. Aynı serinin ilk oyunu gibi ikinci oyunda Two Towers’ın filmine bağlı kalınarak karşımıza çıkıyor. Yapımcılar her türlü grafik- ses öğesine oldukça dikkat etmişler ve karşımıza oldukça iyi ve sevilerek oynanacak bir oyun çıkarmak için uğraşmışlar.
Bu yenioyun ilk iki filmden alınmış bir çok ara sahneyi, Ian McKellan, Eliah Wood gibi filmde görev almış bir çok kişiyle yapılmış olan röportajları da içinde bulunduruyor. Tabii böylece oyun sırasında filmi de ufak da olsa tadabilmek mümkün. Oyun Yüzük Kardeşliği'nin daha da erken zamanlarında geçiyor, yani elf ve insan ittifakıyla, Mordor güçlerinin karşılaştığı o büyük savaşta oyuna dahil edilmiş. Bunun yanında oyun Wheathertop'da Ringwraits'e karşı olan savaşı, Moria'nın dışında Watcher In The Water'a karşı olan savaşı ve Balin'in Mezarı’nda mağaradaki Orc'lara karşı verilen mücadeleyi de içeriyor. Two Towers’ın ilk bölümden de alıntılar yapmasının en büyük sebebi kuşkusuz Yüzük Kardeşliği için hazırlanan ilk oyunun EA ile pek ilgisi olmaması ve gerçekten kötü bir oyun olması.
kalitesiyle çevre mekanlardan , oyun içi animasyonların bulunduğuvideo 'lara kadar herşey harika . Ara sahnelerin hepsi fotorealistik, yani filmden alınan sahnelerle oyunun kendi videoları içiçe ve hiçbir kopukluk olmadan birleştirilmişler. Ara sahnelerin bu şekilde hazırlanması, gerçekten oyunun havasını tamamlayan bir nokta olmuş. Oyun içi grafikler de, görüntülerden, karakter modellemelerine, hatta kırılabilir objelere kadar tamamı ile mükemmel bir şekilde hazırlanmışlar. Ateş, su, sis ve yağmur gibi efektlerle de ekranda çok iyi bir atmosfer oluşturulmuş.
Oyundamaceraya Aragorn, Gimli ya da Legolas olarak girebiliyoruz. Oyundaki savaşlar oldukça çetin geçiyorlar, şöyle ki aynı anda onlarca Orc'un saldırısına bile uğrayabiliyoruz. Hatta sonlara doğru Miğfer Dibi’ni (Helm's Deep) kurtarmaya çalışırken birbirinden farklı bir sürü düşmanın saldırılarına uğrayacak ve zorlu dakikalar geçireceğiz. Aynı filmde olduğu gibi özellikle kapıyı ve surları korurken o kadar fazla düşmanla karşılaşıyorsunuz ki ekran dolup taşıyor. Yani hikaye ve aksiyon çok iyi bir şekilde oyun aktarılmış. Bu ve bunun gibi macera dolu dakikaları yaşarken görüntümüzde en ufak bir yavaşlama da olmuyor,mükemmel ses efektleri de aksiyonu harika bir şekilde tamamlıyor.
Bu yeni
Yolgezer, kolcu ya da diğer bir deyişle Aragorn
PS2'nin üstün grafik Oyunda
Filmdeki seslendirmeleri yapan aktörler oyundaki görevlerini de aynen yerine getiriyorlar. Güzel ses efektlerine örnek vermek gerekirse savaşlarda kılıçların birbirleriyle çarpışması, ork’ların çığlıkları ve bunun çevre atmosfere etkisi inanılmaz. Özellikle sesler oyunu Surround bir home theater sistemi ile oynadığımız zaman bize inanılmaz heyecan verecekler.
Two Towers'da ayrıca dövüşlerde çeşitli vuruş kombinasyonlarını düşmanlarımız üzerinde uygulayabiliyoruz. Seçtiğimiz karakteri zorlu level'lar boyunca yönetecek ve hemen her level sonunda da boss yaratık karşısında başarı sağlamaya çalışacağız. Moria Madenleri’nin girişindeki gölde bulunan ahtapot kollu yaratık ya da Uruk-hai lerin lideri bu boss’lara örnek olarak verilebilir.
Oyuna, oyunu ufak ufak etkileyen özellikler eklenmiş. Her düşman öldürdüğümüz zaman EXP kazanıyoruz. Experience puanları, düşmanları nasıl ve ard arda ne kadar sürede öldürdüğümüze bağlı olaraktan değişebiliyor. Bu puanları karakterimiz için yeni kombo hareketleri, silah veya da kalkan gibi şeyler satın almak için kullanabiliyoruz. Bu silah ve kombolar karakterinize göre küçük farklılıklar da gösterebiliyor. Yalnız komboları yapmak biraz parmak hakimiyeti istiyor ve hatta kalabalık bir Orc sürüsü ile çevrildiğimiz zaman yapması oldukça zor olabiliyor, dolayısıyla da bizi tehlikeye sokabiliyor.
Two Towers’ın daha iyi olabilecek diğer bir yönü ise oyun alanlarının biraz dar olması. Yani macera bazı yerlerde geniş bir alanı kapsayabilirdi, genelde sürekli olarak dar bir yol ya da çizgisel bir rota boyunca ilerliyoruz, sadece Miğfer Dibi surları ve kapısında oyun alanımız biraz daha genişliyor. Oyun alanı dar olduğundan da oyunun fazla bir gizli tarafı kalmıyor, yani detaylı detaylı araştırabileceğiniz yerler oyunda yok. Ama oyun kurgusunun bu şekilde tasarlanmış olması oyunun Action yönünü çok sivriltmiş ve ortaya temponun hiç düşmediği bir oyun çıkmış.
Kılıcınızı çekin ve Orc doğramanın keyfini çıkarın!
Oyundaki genel düşmanlarımızı Orc'lar oluşturuyor. Ufak kılıç darbeleriyle öldürülebilecek Orc'ların yanında ayrıca Uruk Hai'ler gibi zırhlı ve ağır silahlar taşıyan zorlu Orc'larla da karşılaşıyoruz. Mağaralarda ise Cave Orc'larla zorlu mücadelelere gireceğiz. Geride bıraktığımız bölümleri istersek tekrar farklı bir karakterle oynayabiliyoruz. Örneğin Plains of Rohan level’ini ilk olarak Aragorn ile bitirip, daha sonra Legolas ve son olarak da aynı bölümü Gimli ile oynayabiliriz. Oyunda yüksek level'lara ulaşmamız, gizli level'lar, gizli oynanabilir karakterler ve fotoğraf galerileri gibi değişik bonusları açıyor.
Lord Of The Rings: Two Towers, PS2'mizi süslemesi gereken oyunlardan birisi. Açıkçası Tolkien’in yarattığı dünyada gezinmek ve Orc avlamak oldukça eğlenceli, yani oyun hem oynanış bakımından hem de konsept olarak oldukça sıkı. Eğer Fellowship of the Ring ile hayal kırıklığı yaşadıysanız emin olun Two Towers'da aradığınızı bulacaksınız...
Two Towers'da ayrıca dövüşlerde çeşitli vuruş kombinasyonlarını düşmanlarımız üzerinde uygulayabiliyoruz. Seçtiğimiz karakteri zorlu level'lar boyunca yönetecek ve hemen her level sonunda da boss yaratık karşısında başarı sağlamaya çalışacağız. Moria Madenleri’nin girişindeki gölde bulunan ahtapot kollu yaratık ya da Uruk-hai lerin lideri bu boss’lara örnek olarak verilebilir.
Oyuna, oyunu ufak ufak etkileyen özellikler eklenmiş. Her düşman öldürdüğümüz zaman EXP kazanıyoruz. Experience puanları, düşmanları nasıl ve ard arda ne kadar sürede öldürdüğümüze bağlı olaraktan değişebiliyor. Bu puanları karakterimiz için yeni kombo hareketleri, silah veya da kalkan gibi şeyler satın almak için kullanabiliyoruz. Bu silah ve kombolar karakterinize göre küçük farklılıklar da gösterebiliyor. Yalnız komboları yapmak biraz parmak hakimiyeti istiyor ve hatta kalabalık bir Orc sürüsü ile çevrildiğimiz zaman yapması oldukça zor olabiliyor, dolayısıyla da bizi tehlikeye sokabiliyor.
Two Towers’ın daha iyi olabilecek diğer bir yönü ise oyun alanlarının biraz dar olması. Yani macera bazı yerlerde geniş bir alanı kapsayabilirdi, genelde sürekli olarak dar bir yol ya da çizgisel bir rota boyunca ilerliyoruz, sadece Miğfer Dibi surları ve kapısında oyun alanımız biraz daha genişliyor. Oyun alanı dar olduğundan da oyunun fazla bir gizli tarafı kalmıyor, yani detaylı detaylı araştırabileceğiniz yerler oyunda yok. Ama oyun kurgusunun bu şekilde tasarlanmış olması oyunun Action yönünü çok sivriltmiş ve ortaya temponun hiç düşmediği bir oyun çıkmış.
Kılıcınızı çekin ve Orc doğramanın keyfini çıkarın!
Oyundaki genel düşmanlarımızı Orc'lar oluşturuyor. Ufak kılıç darbeleriyle öldürülebilecek Orc'ların yanında ayrıca Uruk Hai'ler gibi zırhlı ve ağır silahlar taşıyan zorlu Orc'larla da karşılaşıyoruz. Mağaralarda ise Cave Orc'larla zorlu mücadelelere gireceğiz. Geride bıraktığımız bölümleri istersek tekrar farklı bir karakterle oynayabiliyoruz. Örneğin Plains of Rohan level’ini ilk olarak Aragorn ile bitirip, daha sonra Legolas ve son olarak da aynı bölümü Gimli ile oynayabiliriz. Oyunda yüksek level'lara ulaşmamız, gizli level'lar, gizli oynanabilir karakterler ve fotoğraf galerileri gibi değişik bonusları açıyor.
Lord Of The Rings: Two Towers, PS2'mizi süslemesi gereken oyunlardan birisi. Açıkçası Tolkien’in yarattığı dünyada gezinmek ve Orc avlamak oldukça eğlenceli, yani oyun hem oynanış bakımından hem de konsept olarak oldukça sıkı. Eğer Fellowship of the Ring ile hayal kırıklığı yaşadıysanız emin olun Two Towers'da aradığınızı bulacaksınız...
LoTR: Return of the King:
RoTK hiç şüphesiz en çok sevilen LOTR oyunu. Oyun herşeyiyle çok iyiydi ve Two Towers'ı bir adım ileri götürmüştür. Oyun bu sefer PC kullanıcılarını da sevindirmiştir. Oyun filmi gibi 2003'ün sonlarında çıkmıştır. Bu sefer yeni eklenen Co-Op özelliği ile iki kişi oynanabilir hale gelmiştir. Two Towers'daki 3 karakter(İsildur ile beraber 4) ile oynama sorunu ortadan kalkmış, artık 9 karakterle oynanabilir hale gelmiştir.
Oyundaki grafikler bir adım daha ileri götürülmüştür. Sesler ve müzikler yine aynı kalitedeydi. Lakin RoTK kusursuz bir oyun değildi. Oyundaki kamera açıları çok sinir bozucuydu. Bunun yanında istediğimiz zaman Save yapamama özelliği can sıkıcıydı. Bölümlerde en fazla 2 tane save yapıyordu oyun ve bu, bölümün sonuna gelip öldüğümüzde deli edebiliyordu. Ayrıca oyun yer yer zorlaşıyordu ve kontroller bazen zorda bırakabiliyordu. Lakin bunlara alışınca oyun size zevkli saatler yaşatıyordu.
Oyundaki grafikler bir adım daha ileri götürülmüştür. Sesler ve müzikler yine aynı kalitedeydi. Lakin RoTK kusursuz bir oyun değildi. Oyundaki kamera açıları çok sinir bozucuydu. Bunun yanında istediğimiz zaman Save yapamama özelliği can sıkıcıydı. Bölümlerde en fazla 2 tane save yapıyordu oyun ve bu, bölümün sonuna gelip öldüğümüzde deli edebiliyordu. Ayrıca oyun yer yer zorlaşıyordu ve kontroller bazen zorda bırakabiliyordu. Lakin bunlara alışınca oyun size zevkli saatler yaşatıyordu.
OYUN İLE İLGİLİ BÖLÜMLER İÇERİR:
Yüzük kardeşliğinin son yolculuğuna çıkıyoruz. Yüzüğü yok etmeye, Mordor’un derinliklerine gidiyoruz. Hadi ne duruyorsunuz....
Helm’s Deep
Yolculuğa ak Gandalf ile başlıyoruz. Başladığınız anda biraz Orc katledin. Ardından Legolas kalenin üzerinden bağırıp yardım isteyecek, hemen merdiven ile yukarıya çıkın ve değneğinizi kullanarak sağ tarafta ok atan Orc’ları öldürün. Ardından Aragorn aşağıdan yardım isteyecek, hemen atılan halattan aşağıya inin. Yapmanız gereken, mancınıkları kullanrak kalenin köprüsünde ilerleyen Orc’ları havaya uçurmak. En son mancınığı da kullanınca körüdeki patlayıcı havaya uçacak ve bölüm bitecek
The Road To Isengard
Koşmaya başlayın, yoldaki tekerlekli, taşıma araçlarında bulunan uzaktan ateş ederek patlatın (shift+sol mouse). Böylece etraftaki Orc’lar havaya uçacak. Chekpoint’in olduğu yerde 60-70 Orc öldürdükten sonra, açılan yoldan devam edin. Diğer Chekpoint’e geldiğiniz zaman ise, sağdaki kulelerin altındaki patlayıcıları patlatın. Hepsini yok edince köprüden geçip sağa doğru ilerleyin. Aşağıya inip ağaca yardım edin. Karşıdaki okcuları vururkrn biryandan da arkanızdan gelen Orc’ları temizleyin. Sonunda baraj yıkılacak.
The Path Of Dead
Patikayı takip edin, canlanan iskeletlere hiç fırsat vermeyin. Yere düştükleri zaman kılıcı saplayın (space). Karşınıza bir köprü çıkacak. Sağ taraftaki kolu kullanarak köprüyü indirip karşıya geçin (karşıdaki okculara “shift+sol mouse” ile ok atın). Patikayı takip edin. Merdivenden yıkarıya çıkar çıkmaz yolunuz kapanacak. Bütün iskeletleri ve kaptan iskeleti öldürdükten sonra yol açılacak. Koşamay devam edin. Bu sefer karşınıza kalkanlı iskletler çıkacak. Önce mouse’un sağ tuşu ile kalkanlarını kırın, ardından öldürün ve heykeli kullanarak köprü oluşturun. Kapı kapalı telaşa gerek yok, soldaki patikayı takip edip sağ tarafa geçin. Kolu kullanarak kapıyı açın. Son köprüye geleceksiniz. Hızla ilerleyin, köprünün ortasına geldiğniz zaman, arkanız ve önünüz kapanacak. Bütü iskeletleri öldürünce yolunuz açılacak.
Not: Okluların çıktığı ekranda, soldan giderseniz karşınıza 6 kalkanlı iskelet çıkacak. Bunların dördünü hemen sağ tarafta yukarda bulanan bir kayayı aşağıya iterek temizleyebilirsiniz.
Escape From Osgilath
Şimdi Hobbit’leri kontrol edeceğiz. Filmden sahneler izledikten sonra, koşarak olay yerinden uzaklaşın. Merdivenleri çıkınca Nazgul gelecek, olabildiğince duraksamadan koşarak merdivenden aşağıya inin. İnebildiğiniz kadar inin. Meydanlığa geleceksiniz. Sağa devam edin. Duraksamadan merdivenleri çıkın ve odaya girin. Burdan soldaki çıkıntılardan yukarıya çıkın (eğer elf pelerinin datın almışsanız burada görünmez olmak işinine yarayacak). Sola devam edip balkondaki merdivenden tırmanın. Nazgul yine gelecek. Hızlı bir şekilde ilerleyip merdivenden inin. Koşarak üst kata çıkın ve gong’u aşağıya itin. Gon yuvarlanıp tahtaları kıracak. Açılan geçitten ilerleyin. Yien Nazgul gelecek, hızlı bir şekilde ilerleyip merdivenden aşağıya inin. İkinci merdivenden de indikten sonra kendinizi kanalizasyonda bulacaksınız. Devam durmak yok, birazdan kapalı bir demir kapı ile karşılacaksınız. Sağdaki kolu kullanarak kapıyı açın.
The King Of Dead
Evet sinirden çatlayacağınız bir bölüm. Burada oyunu bırakmak isteyebilirsiniz. Çok zorlu bir düşman, iyi bir savunma yaparak ve combolaru kullanarak onu yok edin. Tabii çıkarttığı yardımcıları da başka bir dert. Ölüler kralı yok olduktan sonra herşey yıkılmaya başlayacak.Arkanıza bakmadan koşmaya başlayın. Kapıya geldiğniz zaman, heykel köprüsünden biraz ilerleyip geriye çekilin. Okunuzu çıkarıp ilerde çıkan onlarca oku ortadan kaldırın. Fakat biraz acele edin, çünkü taşlar yağmaya başlayacak. Durakasamadan koşup sizi engelemeye çalışan iskeletleri ortadan bölün. Sonunda başarıp bu lanetli yerden kurtuklacaksınız.
Minas Tirith- Top Of The Wall
Hemen kaleye dayatılan merdivenleri aşağıya atın (option bölümünde, control sekmesindeki “phisical attack” tuşu). Bir sola sağa durmadan koşmanız gerekecek. Bunun için sağ üst köşedeki haritadan gözlerinizi ayırmayın. Kaleye dayatılan merdivenlerin yeri kırmızı noktalarla belirtilecek. Koşuşturma sırasında taşta yapılmış asker taşıyıcılar gelmeye başlayacak. Onları asanızı kullanarak mavi ateş atarak yıkın. Bu şekilde devam ederken bir asker taşıyıcı hiç farkettirmeden kaleye asker bırakmaya başlayacak. Hemen koşarak o yöne gidin ve onu yıkın. Saruman’ın ordusu hiç vaz geçer mi, bu sefer de ana kapıyı zorluyorlar. Hemen aşağıya inin.
The Southern Gate
Artık cd’yi kırma vakti geldi sanırım. Sinirlerim alt üst oldu, ama yüzüğü yok etmem lazım. Kaleye gireceğiz ama nasıl? Sol taraftaki mancınıkları kullanarak sağ taraftaki kuleyi yıkın. Böylece kule yıkılacak ve siz ordaki merdivenden yukarıya çıkabileeceksiniz. Yukarıya çıktığınız zaman büyük Orc’ oklarınız ile ona yaklşamadan öldürün. Ardından sağdan soldan gelenleri yere yığın. O ne? bir fil, hem de okcu taşıyor. Hemen okunuzu çekin ve okcuları yok edin. Böylece fil yere yığılacak. Fil’i de öldürdükten sonra kolu çekerek kapıyı açın. Kapı açılır açılmaz bir kaç Orc yolunuzu kesmek için kapının önünde beklemeye gelecek .Siz de hemen ordakki lac dolu kazannı üzerlerine boşaltın. Onları kavurunca aşağıya inin.
Shelob’s Lair
İşte sonunda o büyük örümceği görebileceğiz. Bilmeniz gereken duvardaki meşaleleri kullanarak yolunuzu kesen üçük örümcekleri korkutup, ağları yakabileceğinizdir. Orc’ları bulduğunuz zaman onlara görünmeden soldan ilerleyin. Birazdan Orc ve örümceklerin yan yana beklediğini göreceksiniz. Hemen duvardaki meşaleyi alın ve tavanda asılı olan yeme fırlatın. Yem yanıp düşecek ve onları öldürecek. Yolunuza devam edip köprüye gelin. Sağ tarafınızdaki patikadan yukarıya çıkıp taşları Orc’ların kafasına dökün. Yolumuz temizlendi. Geçmeye çalışırken bu sefer örümcekler gelecek. Hemen geriye kaçıp onlar üzerinize gelirken sağ taraftaki yağ dolu kazanı yere boşaltın. Yolunuz açık , giderek yaklaşıyoruz. Yerler örümceklerle dolu. Sağdaki yoldan giderek yukarıya çıkın ve burdaki meşaleyi ağa atın. Ağ yanıp yok olacak. Geriye dönüp meşaleleri kullnarak örümcekleri korkutup yolunuzu açın.Yanan ağın deliğinden devam edin. İşte Shelob, allah ellerinize zarar vermesin. Ne diyeyim.
Pelennor Fields
Tam savaşın ortasındayız, Önce 60 kişi öldürmemiz lazım. Ardından gelen filleri yere yıkmamız lazım. Bunun için fillerin geldiği yönlere dikkat etmelisiniz. Ekranın sağından geliyorsa bir taraf solundan geliyorsa diğer tarafa geçmeniz gerek. İlk ifili oklarla ve mancınıkla yere yığın. Hmen arkasına başka bir fil gelecek, soldaki son mancınığın yanında aşağıya inip karşıya geçin ve gelen diğer ayni şekilde yere yığın. Ama Saorun rahay durur mu, hemen Nazgul devreye giriyor. Sol tarafa koşun ve oklarla onu kaçırın. Bir fil daha yola çıkıyor, onu yok etmek için karşıya geçeceksiniz. Geçmeye çalışırken Nazgul tekrar geliyor. Bir sola bir sağa bir o tarafa bir bu tarafa koşup filleri yığacak ve Nazgul’u kaçıracaksınız. Eğer bunlardan birini yapamazsanın Merry ve kraliçe ölür ve bölüme baştan başlamak zorunda kalırsınız. Dişinizi sıkıp biraz azmedince Nazgul ölecek.
Minas Tirith- Courtyard
Eliniz altında muhteşem Gandalf. Yapmanız gerek Gandalf’ın yetenklerini en iyi şekilde kullanıp toplam 200 insan kurtarmak.
The Black Gate
Zorlu bir duelloya hazır olun. Çok dikkatli olmalısınız rakip gerçekten çok dişli. İyi bir savunma ve ataklat ile bu bitirin. Ohh yendin diyemeden kapı açılacak ve bir ordu üzerinize çullanacak. Gandalf, Gimli ve Legolas’ı korumanız gerek, ekranın üzst kısmında onların resimleri belierecek. Kim saldırıya uğrarsa ona koşup yardım etmeniz gerek. Aksi takdirde bu üçünden biri ölürse bölüme baştan başlamak zorunda kalacaksınız. Onları iyice koruduktan sonra 3 adet yüzük arayıcısı ile karşı karşıya kalacaksınız. Zayıf noktaları ateş. Bunun için ucu kızgın mızrakları ve lav dolu kazanları kullanarak onları zayıflatabilirsiniz.
Cirith Ungol
Frodo’yu kurtarmamız gerek. Soldaki kolu çekerek köprüyü indirin. İlerleyin, birazdan Orc’larla dolu bir odaya geleceksiniz. Eğer Elf pelerinin aldıysanız görünmez olup burdan görünmeden geçebilirsiniz. Eğer almadıysanız hızlı bir şekilde soldaki kapıdan girin. Bir Orc’larla kaynayan oda, soldaki merdevinleri çıkıp balkona gelin ve aşağıdakilerin üstüne lavları boşalttıktan sonra bir kat daha yukarı çıkıp ipi kesin (“e” tuşu). Aşağıya inip büyük ana kapıdan girin ve sola devam edin (Sam’e göre sol). Soldaki kolu kullanarak kolu indirin. Yukarıya çıkıp soldaki varilleri aşağıya itin. Daha sonra sağ taraftaki mancınığı kullanarak kuleyi vurun. Artık kaleye girebilirisinz. Hoplayan zıplayan bir ok. Önce sağ sol kenardaki mızrakları kullanrak onu kendinden geçirmelisiniz. Aksi takdirde enerji barı ortaya çıkmaz ve siz vurduğunuz zaman canı azalmaz. Mızrakları savurup onu sarsın ve hemen kılıç darbelerinizi inidirn. Dayanamayıp ölecek.
The Crack Of Doom
Sonunda Frodo kontrolümüze geçti. Tek yapmanız gereken; Gollum kenara gçip dengesini kaybedince onu itmek (optionda “phsical attack”) ve ardından öldürcü darbeyi indirmek (option “killing move”). Böylece canı yancak ve aşağıya düşüp tekrar çıkacak. Siz de aynı şekilde devam edip ounun canını yakıp aşağıya atacaksınız. Bu şekilde devam edip onu sonsuza dek aşağıya atın.
Tebrikler yüzüğü yok ettiniz...
Sonunda Frodo kontrolümüze geçti. Tek yapmanız gereken; Gollum kenara gçip dengesini kaybedince onu itmek (optionda “phsical attack”) ve ardından öldürcü darbeyi indirmek (option “killing move”). Böylece canı yancak ve aşağıya düşüp tekrar çıkacak. Siz de aynı şekilde devam edip ounun canını yakıp aşağıya atacaksınız. Bu şekilde devam edip onu sonsuza dek aşağıya atın.
Tebrikler yüzüğü yok ettiniz...
Yan oyunlar:
Alttaki oyunlar seri ile paralel giden lakin serinin ana oyunları olamayan oyunlardır. LoTR ismi hem RPG, hem Aksiyon, hem RTS, hem de Online oyunlarında kullanılmış, çoğu başarılı bir şekilde hazırlanmıştır.
Battle for Middle Earth Serisi:
En çok oynanan ve en çok suyu çıkarılan seri bu seri olsa gerek. Zira BFME serisinin hem güzel bir Singleplayer, hem de güçlü bir Multiplayer modu vardır. Oyun LOTR ismini taşıyan ikinci RTS oyunudur(War of the Ring'i birazdan okuyacaksınız). İlk oyun 2005, ikinci oyun 2006'da çıkmıştır. Geçen senede BFME 2 için "Rise of the Witchking" adında bir ek paket yayınlanmıştır.
BFME'nin ilk oyunu çok eğlenceli lakin dengesiz bir oynanış sunmaktaydı. Bazı denge sorunları vardı. Misal; 10-15 tane Ent basarak ortalığın tozunu attırabiliyordunuz. Ya da sadece Hero'lar ile bir Base'i yerle bir edebiliyordunuz. Bu denge olayları ikinci oyunda düzeltilmişti. Bu yüzden ilk oyuna göre daha çok oynanmıştı. Hala bile Multi olarak oynayan binlerce kişi olduğuna eminim. İlk oyundaki senaryo hataları oyunu kolaylaştırıyor, aynı zamanda gülünç hale getiriyordu. Lakin sırf LOTR evreninde geçtiği için bile kaç kişi oynamıştır... Oyun Low'da açılınca sanki 80'lerden kalma ucuz bir yapım oluyor, grafik detaylarını yükseltince resmen yeniden başlıyordu. İkinci oyundaki grafikler, mekanlar özelliklede su efektler, ışık efektleri vs.. gibi şeyler muhteşem denecek düzeydeydi. BFME serisi en çok oynanan LOTR oyunudur hiç şüphesiz.
BFME'nin ilk oyunu çok eğlenceli lakin dengesiz bir oynanış sunmaktaydı. Bazı denge sorunları vardı. Misal; 10-15 tane Ent basarak ortalığın tozunu attırabiliyordunuz. Ya da sadece Hero'lar ile bir Base'i yerle bir edebiliyordunuz. Bu denge olayları ikinci oyunda düzeltilmişti. Bu yüzden ilk oyuna göre daha çok oynanmıştı. Hala bile Multi olarak oynayan binlerce kişi olduğuna eminim. İlk oyundaki senaryo hataları oyunu kolaylaştırıyor, aynı zamanda gülünç hale getiriyordu. Lakin sırf LOTR evreninde geçtiği için bile kaç kişi oynamıştır... Oyun Low'da açılınca sanki 80'lerden kalma ucuz bir yapım oluyor, grafik detaylarını yükseltince resmen yeniden başlıyordu. İkinci oyundaki grafikler, mekanlar özelliklede su efektler, ışık efektleri vs.. gibi şeyler muhteşem denecek düzeydeydi. BFME serisi en çok oynanan LOTR oyunudur hiç şüphesiz.
Tolkien, ütopyası Orta Dünya’yı yaratırken detaycılığa büyük önem vermişti. Devasa boyutlarda bir dünya yaratmak yerine daha makul düzeyde harita belirleyip, içini sonsuz sayıda ayrıntılarla doldurdu. Üç ciltlik efsane serinin daha ilk kitabında bile o kadar çok karakter vardı ve o kadar çok olay cereyan ediyordu ki; Peter Jackson tüm bunları filme almakta ne denli zorlandığını defalarca dile getirmişti. Nitekim mümkün olduğunca ayrıntıdan kaçınarak, daha çok ana karakter üzerlerine yoğunlaşıp, “Yüzük Kardeşliği” temasına ışık tutmayı benimseyince; ortaya son derece başarılı bir film çıkmıştı. Ancak kitabın ve efsanenin fanları sinema filmini defalarca eleştirmişlerdi. Çünkü her konunun olduğu gibi Yüzüklerin Efendisi’nin fanları da kitaptaki büyünün bozulmasını asla istemiyorlardı. Dolayısıyla senaryoda yapılacak minik değişikliklere asla taviz vermeyeceklerdi.
Maalesef fanatikler için korkulan oldu; ikinci filmle birlikte Jackson kaçınılmaz senaryo değişikliğine gitti. (Aslında ilk filmde de kitaptan farklı olarak yazılmış birkaç sahne vardı. Ancak asıl dikkat çeken ikinci filmde Aragorn’un düşüşü idi.) İşte ne olduysa ondan sonra oldu. Üçüncü filmin tabiri caizse Oscar yağmuruna tutulması bile fanatikleri yumuşatmadı. Onlar için, orijinal dili olan İngilizce’den farklı dillere çevrilen kitaplarda bile büyüsünün bozulduklarına inandıkları bir efsanenin, 3 saatlik zaman dilimine sığdırılabilmesi için senaryo değişiklikleri intihar demekti. Nitekim kitabı okuyup filmi izleyen her insan gibi bizlerde senaryo değişikliklerini pek sıcak karşılamamıştık ve karşılamayacaktık…
Battle for Middle Earth
Electronic Arts’ın büyük beklenti ve ümitle beklememizi sağladığı, Orta Dünya’nın savaşlarını konu alan gerçek zamanlı strateji oyunu Battle for Middle Earth nihayet piyasaya sürüldü. EA çalışanlarının Yüzüklerin Efendisi projesine ne kadar önem verdiklerini, ayrıntılara ne kadar dikkat ettiklerini ve en önemlisi filmi (yani kitabı) aynen yaşamamızı sağlamak için ne kadar sıkı çalıştıklarını hepimiz biliyoruz. Piyasaya sürülmüş olan “The Two Tower” ve “The Return of the King” oyunları ile bunları görmüştük. Hal böyle olunca Battle for Middle Earth’ün de son derece başarılı olacağını Orta Dünya’yı mükemmel derecede gerçekçi yansıtacağını biliyorduk.
E3 2004 fuarındaki tanıtımları sırasında, üst düzey görselliğini ispatlayan videoları ile büyük sükse yapan oyunun, genelde grafikleri, oynanabilirliği ve film müziklerini aynen kullandığı gündeme geldi. Hiç kimse senaryosundan ya da hikaye gelişiminden söz etmedi. Filmde gördüğümüz tüm karakterleri kontrol edebileceğimiz ve devasa ordularla görkemli savaşlar yapacağımız belirtildi o kadar. Aslında hikayenin nasıl olacağını belirtmemeleri bizi şaşırtmadı diyebiliriz. Çünkü kitapta ne varsa aynen öyle yaratılacağından emindik.(!)
Yüzük Kardeşliği yola çıkıyor.
Tek DVD ya da dört CD'den oluşan iki versiyonuyla piyasaya sürülen Battle for Middle Earth (BfME) mükemmel açılış demosu ile karşılıyor bizleri. Filmden son derece tanıdık gelen Büyük Orta Dünya Savaşı’nın oyun motoru ile hazırlanmış versiyonunu izliyor, hemen havaya giriyoruz. Ana menüye geçtiğimizde Yüzüklerin Efendisi’nin en çok beğenilen müziğini de iliklerimize kadar hissedince tüylerimiz diken diken oluyor. Seçeneklerimiz tipik RTS oyunlarında olduğu gibi; Campain, Skirmish, Training ve Multiplayer. Campain görevleri iki kısma ayrılıyor; ister Yüzük Kardeşliği ile birlikte iyi tarafı oynuyorsunuz, isterseniz Saruman ile birlikte kötü tarafı. Skirmish modu ile senaryosuz bir biçimde yapay zekaya karşı savaşıyoruz. Traning bölümü ise güzel düşünülmüş bir ayrıntı. Sadece oynanışı anlatan videolar ile hiç sıkılmadan oyunun kontrollerini ve genel yapısını öğrenebiliyoruz. Senaryoya başlarken ise; hepimizin içinde Gandalf’ı, Aragorn’u, Gimli ve Legolas’ı yönetme arzusu olduğundan iyi tarafı seçip, kötü tarafı daha sonraya bırakarak oyunumuza başlıyoruz.
Maalesef fanatikler için korkulan oldu; ikinci filmle birlikte Jackson kaçınılmaz senaryo değişikliğine gitti. (Aslında ilk filmde de kitaptan farklı olarak yazılmış birkaç sahne vardı. Ancak asıl dikkat çeken ikinci filmde Aragorn’un düşüşü idi.) İşte ne olduysa ondan sonra oldu. Üçüncü filmin tabiri caizse Oscar yağmuruna tutulması bile fanatikleri yumuşatmadı. Onlar için, orijinal dili olan İngilizce’den farklı dillere çevrilen kitaplarda bile büyüsünün bozulduklarına inandıkları bir efsanenin, 3 saatlik zaman dilimine sığdırılabilmesi için senaryo değişiklikleri intihar demekti. Nitekim kitabı okuyup filmi izleyen her insan gibi bizlerde senaryo değişikliklerini pek sıcak karşılamamıştık ve karşılamayacaktık…
Battle for Middle Earth
Electronic Arts’ın büyük beklenti ve ümitle beklememizi sağladığı, Orta Dünya’nın savaşlarını konu alan gerçek zamanlı strateji oyunu Battle for Middle Earth nihayet piyasaya sürüldü. EA çalışanlarının Yüzüklerin Efendisi projesine ne kadar önem verdiklerini, ayrıntılara ne kadar dikkat ettiklerini ve en önemlisi filmi (yani kitabı) aynen yaşamamızı sağlamak için ne kadar sıkı çalıştıklarını hepimiz biliyoruz. Piyasaya sürülmüş olan “The Two Tower” ve “The Return of the King” oyunları ile bunları görmüştük. Hal böyle olunca Battle for Middle Earth’ün de son derece başarılı olacağını Orta Dünya’yı mükemmel derecede gerçekçi yansıtacağını biliyorduk.
E3 2004 fuarındaki tanıtımları sırasında, üst düzey görselliğini ispatlayan videoları ile büyük sükse yapan oyunun, genelde grafikleri, oynanabilirliği ve film müziklerini aynen kullandığı gündeme geldi. Hiç kimse senaryosundan ya da hikaye gelişiminden söz etmedi. Filmde gördüğümüz tüm karakterleri kontrol edebileceğimiz ve devasa ordularla görkemli savaşlar yapacağımız belirtildi o kadar. Aslında hikayenin nasıl olacağını belirtmemeleri bizi şaşırtmadı diyebiliriz. Çünkü kitapta ne varsa aynen öyle yaratılacağından emindik.(!)
Yüzük Kardeşliği yola çıkıyor.
Tek DVD ya da dört CD'den oluşan iki versiyonuyla piyasaya sürülen Battle for Middle Earth (BfME) mükemmel açılış demosu ile karşılıyor bizleri. Filmden son derece tanıdık gelen Büyük Orta Dünya Savaşı’nın oyun motoru ile hazırlanmış versiyonunu izliyor, hemen havaya giriyoruz. Ana menüye geçtiğimizde Yüzüklerin Efendisi’nin en çok beğenilen müziğini de iliklerimize kadar hissedince tüylerimiz diken diken oluyor. Seçeneklerimiz tipik RTS oyunlarında olduğu gibi; Campain, Skirmish, Training ve Multiplayer. Campain görevleri iki kısma ayrılıyor; ister Yüzük Kardeşliği ile birlikte iyi tarafı oynuyorsunuz, isterseniz Saruman ile birlikte kötü tarafı. Skirmish modu ile senaryosuz bir biçimde yapay zekaya karşı savaşıyoruz. Traning bölümü ise güzel düşünülmüş bir ayrıntı. Sadece oynanışı anlatan videolar ile hiç sıkılmadan oyunun kontrollerini ve genel yapısını öğrenebiliyoruz. Senaryoya başlarken ise; hepimizin içinde Gandalf’ı, Aragorn’u, Gimli ve Legolas’ı yönetme arzusu olduğundan iyi tarafı seçip, kötü tarafı daha sonraya bırakarak oyunumuza başlıyoruz.
Demolarda sık sık lanse edilen gerçekçi ve yaşayan haritayı sonunda gerçek gözümüzle görebildik. Geçekten de Orta Dünya haritası üç boyutlu olarak çok güzel hazırlanmış. Önemli ve stratejik noktaların üzerine geldiğimizde, orayla ilgili bir video sol alt köşede bizleri karşılıyor. Haritanın bir diğer özelliği ise sürekli düşman ordularının hareketlerini görüyor olmamız. Dolayısıyla bir sonraki savaşın nerede yapılacağına da biz karar veriyoruz. İlk bölümler gayet çizgisel ilerlediğinden bize seçenek sunulmuyor ama ilerleyen bölümlerde bu ana harita üzerinden istediğimiz savaşı seçebiliyoruz. Savaşları seçerkenki kriterimiz ise; bölüm sonunda bize sunulacak olan ödüller oluyor. Genelde +1 power ya da %30 command gibi ödüller koyulan görevlerden istediğimizi seçebiliyoruz. Tabii ki bol ödüllü olan görevler biraz daha zor oluyor.
Oyunumuz, Yüzük Kardeşliği’nin Moria Madenleri’ndeki macerası ile başlıyor. Kahramanlarımız mümkün olduğunca görünmeden madenden çıkmak istiyorlar ancak defalarca Goblin ve Troll saldırılarına uğruyorlar. Bu ilk bölüm bize gösteriyor ki oyun sayısız ayrıntı ile dolu. Tabii bunlar sadece bir başlangıç. BfME’ün ayrıntıları her bölümde artan ve insanı şaşırtan tarzda. Arabirim son derece basit olduğundan karakterler arası geçişleri sağlarken her birinin ayrı ayrı yetenekleri olduğunu fark edebiliyoruz. Gandalf, filmde dahi görmediğimiz kadar büyü yapabiliyor ve grubun en önemli kişisi haline geliyor. Aragorn genelde iyileştirici ve düşmanları korkutucu güçleri kullanıyor. Legolas okuyla attığını deviriyor. Gimli ise; (bence grubun en güçlüsü) boyutların ne kadar önemsiz olduğunu kanıtlarcasına, kalabalığın içine dalıp, baltasıyla terör estiriyor. Garibim hobbitler ise ancak taş atabiliyorlar düşmanlarına. Her birinin birer kılıcı olmasına rağmen savaşsalar da savaşmasalar da pek bir şey değişmiyor.
Moria Madenlerinin sırrı
Moria Madenleri oyunun alıştırma bölümü gibi düşünülebilir. Zira RTS’lerde alıştığımız üretim kısmı işin içinde yok. Sadece karakterleri ilerletip, bölüm sonuna kadar hepsini canlı tutmaya çalışıyoruz. İşin kontrol kısmı herkesin kolayca üstesinde geleceği yapıda karakterleri seçip ilerletiyoruz. Mouse ile her şeyi yapabildiğimiz gibi ileride büyük savaşlarda işimize yarayacak olan özel güçleri klavyedeki kısayol tuşlarıyla da seçebiliyoruz.
İlk bölüm olması maksadıyla savaşlar kolayca atlatılıyor ve Troll’leri hemen alt ediyoruz. Bir ayrıntı daha gözümüzden kaçmıyor elbette; oyun içinde ilerlerken filmden alıntı olan önemli bir sahneyi yaşayacaksak; haritayı gösteren sol alt köşedeki bölüm, biz ilerlerken filmin o sahnesini izlettiriyor bizlere. Mükemmel düşünülmüş bir ayrıntı. Savaşları atlatıp merdivenlerden geçtikten sonra Balrog’a geldiğimizde zaman duruyor. Gandalf herkese “Kaçın” uyarısı yapıyor. Tüm karakterler kaçtıktan sonra Gandalf’ı kontrolümüze geçiriyoruz ve oyunun tokat gibi inen ilk darbesi ile karşılaşıyoruz. Oyunun senaryosuna göre Gandalf’ın Balrog’u öldürmesi gerek! “Ama Gandalf ile Balrog’un düşmesi gerekmiyor muydu?” dememize fırsat bırakmadan Balrog saldırıya geçiyor. Uzun süren dövüşün ardından Balrog’u yenip yolumuza devam ediyoruz. Tamam belki hikayenin bu kısmı biraz yoldan çıkmış ama olsun zaten Gandalf ölmeyecekti değil mi?
Amon-Hen’e giderken
Bölümleri tamamladıkça oyun içindeki başarımıza göre karakterlerimiz güçleniyorlar. İki çeşit level atlama söz konusu. Birincisi; her karakterin kendine ait kabiliyetini arttırıcı olanlar. Bunları, ekranın alt kısmında duran karakter portrelerinde görüyoruz. Level'lar arttıkça karakterlerin kullanabileceği büyü ve kabiliyetlerde doğal olarak artıyor. Her birini kullandığımızda yeniden şarj olması için bir süre beklememiz gerekiyor. Diğer büyü şekli ise karakterlerden bağımsız olarak bizim kullandıklarımız. Bunlar bölümler atladıkça bize verilen puanlar sayesinde oluyor. Puanları istediğimiz büyülere vererek, bunları oyun içerisinde ihtiyaç duyduğumuz anlarda kullanabiliyoruz. En önemlisi olan “heal”, yani sağlık büyüsü ilk kazandıklarımızdan biri oluyor. Tıpkı diğer kabiliyetlerde olduğu gibi bu büyüleri de kullandıktan sonra bir süre şarj olmaları için beklememiz gerekiyor. Daha yüksek puanlar karşılığı Rohan askerlerini, elf'leri, hatta ölüler ordusunu bile çağırabiliyoruz.
Oyunumuz, Yüzük Kardeşliği’nin Moria Madenleri’ndeki macerası ile başlıyor. Kahramanlarımız mümkün olduğunca görünmeden madenden çıkmak istiyorlar ancak defalarca Goblin ve Troll saldırılarına uğruyorlar. Bu ilk bölüm bize gösteriyor ki oyun sayısız ayrıntı ile dolu. Tabii bunlar sadece bir başlangıç. BfME’ün ayrıntıları her bölümde artan ve insanı şaşırtan tarzda. Arabirim son derece basit olduğundan karakterler arası geçişleri sağlarken her birinin ayrı ayrı yetenekleri olduğunu fark edebiliyoruz. Gandalf, filmde dahi görmediğimiz kadar büyü yapabiliyor ve grubun en önemli kişisi haline geliyor. Aragorn genelde iyileştirici ve düşmanları korkutucu güçleri kullanıyor. Legolas okuyla attığını deviriyor. Gimli ise; (bence grubun en güçlüsü) boyutların ne kadar önemsiz olduğunu kanıtlarcasına, kalabalığın içine dalıp, baltasıyla terör estiriyor. Garibim hobbitler ise ancak taş atabiliyorlar düşmanlarına. Her birinin birer kılıcı olmasına rağmen savaşsalar da savaşmasalar da pek bir şey değişmiyor.
Moria Madenlerinin sırrı
Moria Madenleri oyunun alıştırma bölümü gibi düşünülebilir. Zira RTS’lerde alıştığımız üretim kısmı işin içinde yok. Sadece karakterleri ilerletip, bölüm sonuna kadar hepsini canlı tutmaya çalışıyoruz. İşin kontrol kısmı herkesin kolayca üstesinde geleceği yapıda karakterleri seçip ilerletiyoruz. Mouse ile her şeyi yapabildiğimiz gibi ileride büyük savaşlarda işimize yarayacak olan özel güçleri klavyedeki kısayol tuşlarıyla da seçebiliyoruz.
İlk bölüm olması maksadıyla savaşlar kolayca atlatılıyor ve Troll’leri hemen alt ediyoruz. Bir ayrıntı daha gözümüzden kaçmıyor elbette; oyun içinde ilerlerken filmden alıntı olan önemli bir sahneyi yaşayacaksak; haritayı gösteren sol alt köşedeki bölüm, biz ilerlerken filmin o sahnesini izlettiriyor bizlere. Mükemmel düşünülmüş bir ayrıntı. Savaşları atlatıp merdivenlerden geçtikten sonra Balrog’a geldiğimizde zaman duruyor. Gandalf herkese “Kaçın” uyarısı yapıyor. Tüm karakterler kaçtıktan sonra Gandalf’ı kontrolümüze geçiriyoruz ve oyunun tokat gibi inen ilk darbesi ile karşılaşıyoruz. Oyunun senaryosuna göre Gandalf’ın Balrog’u öldürmesi gerek! “Ama Gandalf ile Balrog’un düşmesi gerekmiyor muydu?” dememize fırsat bırakmadan Balrog saldırıya geçiyor. Uzun süren dövüşün ardından Balrog’u yenip yolumuza devam ediyoruz. Tamam belki hikayenin bu kısmı biraz yoldan çıkmış ama olsun zaten Gandalf ölmeyecekti değil mi?
Amon-Hen’e giderken
Bölümleri tamamladıkça oyun içindeki başarımıza göre karakterlerimiz güçleniyorlar. İki çeşit level atlama söz konusu. Birincisi; her karakterin kendine ait kabiliyetini arttırıcı olanlar. Bunları, ekranın alt kısmında duran karakter portrelerinde görüyoruz. Level'lar arttıkça karakterlerin kullanabileceği büyü ve kabiliyetlerde doğal olarak artıyor. Her birini kullandığımızda yeniden şarj olması için bir süre beklememiz gerekiyor. Diğer büyü şekli ise karakterlerden bağımsız olarak bizim kullandıklarımız. Bunlar bölümler atladıkça bize verilen puanlar sayesinde oluyor. Puanları istediğimiz büyülere vererek, bunları oyun içerisinde ihtiyaç duyduğumuz anlarda kullanabiliyoruz. En önemlisi olan “heal”, yani sağlık büyüsü ilk kazandıklarımızdan biri oluyor. Tıpkı diğer kabiliyetlerde olduğu gibi bu büyüleri de kullandıktan sonra bir süre şarj olmaları için beklememiz gerekiyor. Daha yüksek puanlar karşılığı Rohan askerlerini, elf'leri, hatta ölüler ordusunu bile çağırabiliyoruz.
Gerek üç boyutun getirdiği görsellik, gerekse kamera sisteminin kullanımı gerekse kahraman sistemi bakımından teknik olarak oyunu Warcraft 3’e benzetmek mümkün. Grafikler son derece başarılı olduğu gibi pek çok ayrıntı ile süslü. Yani Warcraft’da olduğu gibi haritanın ücra köşelerinde gizli ödüller bizleri bekliyor. Genelde Troll’ler tarafından korunan mağaralara girebiliyor ve düşmanı alt edebilirsek, fazladan altın kazanabiliyoruz.
Bina yapımına başlasak iyi olur
Rohan süvarileri ile yaptığımız ilk görevde yavaş yavaş bina yapımına da başlamış oluyoruz. Oyuna başladığımızda büyük bir çember içinde simgeler görüyoruz. Bunlar binaları yapabileceğimiz yegane noktalar. Belki de oyunun stratejik açıdan en önemli eksilerinden biri de bu. Sadece belirli noktalara bina yapabiliyoruz. Bina yapmak için tek bir kaynağa ihtiyacımız var. O da; yiyecek. Kısacası bir iki tane çiftlik yaptıktan sonra binaları dikmek gayet basit. Binaların yapımı da simgelerin üstüne geldiğimizde otomatik olarak çıkan seçeneklerle oluyor. Kullanışı oldukça kolaylaştırdığı kesin. Haritaları açtıkça belirli noktalarda “outpost”, "castle" veya “house” gibi yıkıntılarla karşılaşıyoruz. Bunlar sayesinde ikinci ya da daha sonraki binalarımızı dikebiliyoruz. Bina sistemi yine aynı şekilde işliyor ancak haritada yeni bulduğumuz noktayı kendimize çevirebilmek için bir süre orayı güvende tutmamız gerekiyor.
Tıpkı bizler gibi düşmanlarımızda çember şeklindeki kalelere sahipler. Bu kaleler dört bir yandan açık olduğundan fethedilmesi gayet basit halde duruyorlar. Binaların tamamını yıkmamız halinde çember yok oluyor ve o nokta yeni sahibi tarafından inşa edilmeyi bekleyen kale haline dönüşüyor. Kısacası oyunun savaş kısmı, belirli noktaları ele geçirip bina kurmaktan ibaret. Tüm noktaları ele geçiren kazanıyor. Ne önemli bir ayrıntı ile ne de üzerinde kafa yoracak bir stratejik karar ile uğraşıyoruz. Bol adam üretip saldırmaktan başka yapmamız gereken pek bir şey yok. Zaten toplamamız gereken tek ürün olunca da pek bir sorun olmuyor.
Gerçekçi savaşlar bizleri bekliyor
İşin savaş kısmına girdiğimizde gerçekten iyi kotarılmış bir unsur olduğunu anlıyoruz. Birimler arası güç farkları inanılmaz derece başarılı düzenlenmiş. Örneğin Rohan süvarileri ile oynadığımız ilk bölümde anlayacağımız üzere atlı birimler yaya birimlere karşı çok üstün. Yani kılıçlı kalkanlı Goblin ve Orc sürülerini, hızını almış bir süvari birliği tek seferde ezip geçebiliyor. Hal böyle olunca ilk Rohan görevi inanılmaz derecede basit oluyor. Direkt düşmanın üzerine atınızı sürüyorsunuz ve hepsi dört bir yana uçuşuyorlar. Ancak ne zaman ki düşman mızraklı Uruk-hai’leri üretmeye başlıyor o zaman süvarilerin saltanatı bitiyor. Gerçi ordu haline ulaşmış süvari birliği bunların da üstesinden geliyor ama büyük kayıplarda verdiği oluyor.
Tıpkı biyolojik besin zincirinde olduğu gibi BfME oyununda da birimler arası bir zincir var. Yani her birimin üstün olduğu ya da zayıf olduğu bir başka birim her zaman mevcut. Süvariler, Orcları eziyor ama kurt binicileri de süvarileri harcıyor. Kurt binicileri okçular kolayca indiriyor ama okçuları da Uruk-hai’nin crossbow’lu askerleri yok ediyor. Kısacası her birimin bir eksi yanı artı yanı var. Tıpkı diğer RTS oyunlarında olduğu gibi.
Savaşların aslında en önemli yanı moral ve rütbe sistemi. Rütbe, aynen kahramanların level atlaması gibi çok fazla düşman öldüren birimin güçlenmesi anlamına geliyor. İşin güzel tarafı her bölümde yarattığınız ordular rütbeleri ile birlikte bir sonraki savaşa taşınıyor. Dolayısıyla galip geleceğiniz savaşın sonlarına doğru diğer savaşı düşünerek fazla asker ürettiğinizde olabiliyor. Moral sistemi ise özellikle öninceleme de bahsettiğimiz üzere oyunda önemli rol oynuyor. Morali yerinde olan bir grup asker haddinden fazla düşmanı yok edebilirken, Sauron’un gözüne maruz kalmış askerler korkudan savaşamaz hale geliyorlar. İşte tam bu noktada kahramanlar işi devralıyor. Savaşmakta olan bir grup askerin yanına Aragorn, Theoden gibi askerler tarafından saygıyla karşılanan bir kahraman geldi mi; herkes havaya girip iyi dövüşmeye başlıyor. Üstüne bir de Boromir borusunu öttürürse; o zaman Sauron’un gözü bile orduyu durdurmaya yetmiyor. (Efendim? Boromir öldü mü?)
Bina yapımına başlasak iyi olur
Rohan süvarileri ile yaptığımız ilk görevde yavaş yavaş bina yapımına da başlamış oluyoruz. Oyuna başladığımızda büyük bir çember içinde simgeler görüyoruz. Bunlar binaları yapabileceğimiz yegane noktalar. Belki de oyunun stratejik açıdan en önemli eksilerinden biri de bu. Sadece belirli noktalara bina yapabiliyoruz. Bina yapmak için tek bir kaynağa ihtiyacımız var. O da; yiyecek. Kısacası bir iki tane çiftlik yaptıktan sonra binaları dikmek gayet basit. Binaların yapımı da simgelerin üstüne geldiğimizde otomatik olarak çıkan seçeneklerle oluyor. Kullanışı oldukça kolaylaştırdığı kesin. Haritaları açtıkça belirli noktalarda “outpost”, "castle" veya “house” gibi yıkıntılarla karşılaşıyoruz. Bunlar sayesinde ikinci ya da daha sonraki binalarımızı dikebiliyoruz. Bina sistemi yine aynı şekilde işliyor ancak haritada yeni bulduğumuz noktayı kendimize çevirebilmek için bir süre orayı güvende tutmamız gerekiyor.
Tıpkı bizler gibi düşmanlarımızda çember şeklindeki kalelere sahipler. Bu kaleler dört bir yandan açık olduğundan fethedilmesi gayet basit halde duruyorlar. Binaların tamamını yıkmamız halinde çember yok oluyor ve o nokta yeni sahibi tarafından inşa edilmeyi bekleyen kale haline dönüşüyor. Kısacası oyunun savaş kısmı, belirli noktaları ele geçirip bina kurmaktan ibaret. Tüm noktaları ele geçiren kazanıyor. Ne önemli bir ayrıntı ile ne de üzerinde kafa yoracak bir stratejik karar ile uğraşıyoruz. Bol adam üretip saldırmaktan başka yapmamız gereken pek bir şey yok. Zaten toplamamız gereken tek ürün olunca da pek bir sorun olmuyor.
Gerçekçi savaşlar bizleri bekliyor
İşin savaş kısmına girdiğimizde gerçekten iyi kotarılmış bir unsur olduğunu anlıyoruz. Birimler arası güç farkları inanılmaz derece başarılı düzenlenmiş. Örneğin Rohan süvarileri ile oynadığımız ilk bölümde anlayacağımız üzere atlı birimler yaya birimlere karşı çok üstün. Yani kılıçlı kalkanlı Goblin ve Orc sürülerini, hızını almış bir süvari birliği tek seferde ezip geçebiliyor. Hal böyle olunca ilk Rohan görevi inanılmaz derecede basit oluyor. Direkt düşmanın üzerine atınızı sürüyorsunuz ve hepsi dört bir yana uçuşuyorlar. Ancak ne zaman ki düşman mızraklı Uruk-hai’leri üretmeye başlıyor o zaman süvarilerin saltanatı bitiyor. Gerçi ordu haline ulaşmış süvari birliği bunların da üstesinden geliyor ama büyük kayıplarda verdiği oluyor.
Tıpkı biyolojik besin zincirinde olduğu gibi BfME oyununda da birimler arası bir zincir var. Yani her birimin üstün olduğu ya da zayıf olduğu bir başka birim her zaman mevcut. Süvariler, Orcları eziyor ama kurt binicileri de süvarileri harcıyor. Kurt binicileri okçular kolayca indiriyor ama okçuları da Uruk-hai’nin crossbow’lu askerleri yok ediyor. Kısacası her birimin bir eksi yanı artı yanı var. Tıpkı diğer RTS oyunlarında olduğu gibi.
Savaşların aslında en önemli yanı moral ve rütbe sistemi. Rütbe, aynen kahramanların level atlaması gibi çok fazla düşman öldüren birimin güçlenmesi anlamına geliyor. İşin güzel tarafı her bölümde yarattığınız ordular rütbeleri ile birlikte bir sonraki savaşa taşınıyor. Dolayısıyla galip geleceğiniz savaşın sonlarına doğru diğer savaşı düşünerek fazla asker ürettiğinizde olabiliyor. Moral sistemi ise özellikle öninceleme de bahsettiğimiz üzere oyunda önemli rol oynuyor. Morali yerinde olan bir grup asker haddinden fazla düşmanı yok edebilirken, Sauron’un gözüne maruz kalmış askerler korkudan savaşamaz hale geliyorlar. İşte tam bu noktada kahramanlar işi devralıyor. Savaşmakta olan bir grup askerin yanına Aragorn, Theoden gibi askerler tarafından saygıyla karşılanan bir kahraman geldi mi; herkes havaya girip iyi dövüşmeye başlıyor. Üstüne bir de Boromir borusunu öttürürse; o zaman Sauron’un gözü bile orduyu durdurmaya yetmiyor. (Efendim? Boromir öldü mü?)
Kremalı mantarlı senaryo çorbası
Gandalf Khazad-dûm köprüsünde düşmeyi reddedip Balrog’u ulu orta öldürünce senaryoda bir şeylerin garip gittiğini hissetmiştim. Fakat Amon-Hen topraklarında Boromir’i kurtarana kadar, olayların bu kadar sarpa saracağını da hiç ummamıştım. “Acaba ben mi yanlış hatırlıyorum?” diye düşünürken “Frodo ile Sam’i sandala sağ salim ulaştırın” görevini oynadığım anda film koptu. Bu dakikadan itibaren senaryo tam anlamıyla çorbaya döndü. Boromir ile Miğfer Dibini savunma görevi mi dersiniz, Aragorn’un ölüp bir sonraki bölümde dirilmesini mi dersiniz (sonuçta birinin ölüler ordusunu çağırması lazım öyle değil mi?) artık siz karar verin. Her şey bir yana oyunun motoru ile hazırlanmış ara demoların dahi biraz evvel oynadığımız bölümü inkâr etmesi en garibi. Bazen kahramanlarımızın ulaşmamaları gereken yere kadar gittiğimiz oluyor. Dolayısıyla biraz sonra izleyeceğimiz videoda az evvel yaptıklarımız ile hiç alakası olmayan olayları izleyebiliyoruz. Her bölümde yapmamız gereken görev ise hep aynı; “Bütün düşman birimlerini yok et.”. Garip olan ise kötü tarafı oynarken her bölümde Gimli ve Legolas’ı öldürmemiz ve bir sonraki bölümde yine karşılaşmamız. Oyunu yapanlar burada neyi düşündüler çok merak ediyorum. Miğfer Dibi ise görev anlamında kitabı en inkâr eden bölüm.
Gelin Miğfer Dibi’ni bir gözden geçirelim. Saruman’ın devasa ordusu gelmeden hemen evvel Elf’ler Rohan'a yardıma gelir ve surlara dizilirler. Buraya kadar her şey güzel. Fakat ordular hücuma kalktığı anda her şey değişiyor. Merdivenlerin surlara dayanıp, düşmanın içeri girmesiyle birlikte (eğer surlara atlı süvari yerleştirmediyseniz!) herkes ölüp bitiyor. Geriye kahramanlarımız; Aragorn, Legolas, Gimli, Eowyn, Boromir(!) ve Theoden kalıyor. Belki inanmayacaksınız ama bu altı kişi ile tüm Uruk-hai ordusunu yenmek mümkün. Keza öyle de oluyor. Surların iç kısmında ürettiğiniz askerler pıtır pıtır dökülüyorlar. Sol üst köşede geri sayım yapan saat tek bir anlama gelir diye düşünüyorsunuz; “Süre dolacak ve Gandalf, Rohan süvarileri ile birlikte yardıma gelecek.”. Fakat süre bittikten sonra gelen giden olmayınca şaşırmamak elde değil. Üstelik savaşın her anında Gandalf’ın “En kötü anlarda bile umut vardır.” sesinin duyulması “Dayanın geliyorum” anlamına çıkar diye düşünüyorsanız yandınız demektir.
Büyük Miğfer Dibi savunmasından başarıyla çıkmanın en kolay yolu; surlara atlı birimler yerleştirmek. Mantık dışı bir hareket olmasına rağmen, atlı birimlerin yayaları ezip geçtiğini düşünürsek çok kolay bir şekilde bölümü tamamlayabiliyoruz. Diyelim tüm saldırıları bertaraf ettiniz ve Miğfer Dibi’ni korudunuz. Şimdiki göreviniz tüm Uruk-Hai kamplarını yok etmek! Kitabı okumuşsanız ve senaryonun değiştirilmesine tahammül edemiyorsanız; size tavsiyem bu noktadan itibaren senaryoyu oynamayı bırakın. Çünkü daha çok sinirlenirsiniz. Skirmish ve multiplayer modları daha çok hoşunuza gidecektir. Ne de olsa onlarda hikaye yok.
Güzellikleri görmezden gelemeyiz
BfME’ün teknik detaylarına baktığımızda RTS türünde bir şaheserle karşı karşıya olduğumuzu anlıyoruz. Daha ilk bölümden itibaren haritaların detaylarına, görsel efektlerin güzelliğine şahit olmak mümkün. Genel yapı itibariyle iyi sistemlerin ve ortalamanın üstündeki grafik kartlarının oyunu görsel şölene dönüştüreceğini söyleyebilirim. İlk olarak karakter animasyonları inanılmaz derecede kaliteli. Büyük savaşlar esnasında eğer zoom yapmayı denerseniz; her birimin savaştığını, silahını düşmanına doğru sapladığını görüyoruz. Büyük yaratıkların, küçük birimleri savurmasını izlemek ise tam bir keyif. Tabii ki sizin birimleriniz uçuşmuyorsa. Büyü yapan karakterlerin efektleri FPS oyunlarını aratmayacak cinsten. Düşük sistemlerde grafik ayarlarını kısmak zorunda kalacağınızdan detaylı dokular yok oluyor ama animasyonların güzelliği bu eksiyi hemen telafi ediyor. Ara videoların oyun içi motor ile düzenlendiğinden biraz sönük kalıyorlar ama yine de güzeller.
Gandalf Khazad-dûm köprüsünde düşmeyi reddedip Balrog’u ulu orta öldürünce senaryoda bir şeylerin garip gittiğini hissetmiştim. Fakat Amon-Hen topraklarında Boromir’i kurtarana kadar, olayların bu kadar sarpa saracağını da hiç ummamıştım. “Acaba ben mi yanlış hatırlıyorum?” diye düşünürken “Frodo ile Sam’i sandala sağ salim ulaştırın” görevini oynadığım anda film koptu. Bu dakikadan itibaren senaryo tam anlamıyla çorbaya döndü. Boromir ile Miğfer Dibini savunma görevi mi dersiniz, Aragorn’un ölüp bir sonraki bölümde dirilmesini mi dersiniz (sonuçta birinin ölüler ordusunu çağırması lazım öyle değil mi?) artık siz karar verin. Her şey bir yana oyunun motoru ile hazırlanmış ara demoların dahi biraz evvel oynadığımız bölümü inkâr etmesi en garibi. Bazen kahramanlarımızın ulaşmamaları gereken yere kadar gittiğimiz oluyor. Dolayısıyla biraz sonra izleyeceğimiz videoda az evvel yaptıklarımız ile hiç alakası olmayan olayları izleyebiliyoruz. Her bölümde yapmamız gereken görev ise hep aynı; “Bütün düşman birimlerini yok et.”. Garip olan ise kötü tarafı oynarken her bölümde Gimli ve Legolas’ı öldürmemiz ve bir sonraki bölümde yine karşılaşmamız. Oyunu yapanlar burada neyi düşündüler çok merak ediyorum. Miğfer Dibi ise görev anlamında kitabı en inkâr eden bölüm.
Gelin Miğfer Dibi’ni bir gözden geçirelim. Saruman’ın devasa ordusu gelmeden hemen evvel Elf’ler Rohan'a yardıma gelir ve surlara dizilirler. Buraya kadar her şey güzel. Fakat ordular hücuma kalktığı anda her şey değişiyor. Merdivenlerin surlara dayanıp, düşmanın içeri girmesiyle birlikte (eğer surlara atlı süvari yerleştirmediyseniz!) herkes ölüp bitiyor. Geriye kahramanlarımız; Aragorn, Legolas, Gimli, Eowyn, Boromir(!) ve Theoden kalıyor. Belki inanmayacaksınız ama bu altı kişi ile tüm Uruk-hai ordusunu yenmek mümkün. Keza öyle de oluyor. Surların iç kısmında ürettiğiniz askerler pıtır pıtır dökülüyorlar. Sol üst köşede geri sayım yapan saat tek bir anlama gelir diye düşünüyorsunuz; “Süre dolacak ve Gandalf, Rohan süvarileri ile birlikte yardıma gelecek.”. Fakat süre bittikten sonra gelen giden olmayınca şaşırmamak elde değil. Üstelik savaşın her anında Gandalf’ın “En kötü anlarda bile umut vardır.” sesinin duyulması “Dayanın geliyorum” anlamına çıkar diye düşünüyorsanız yandınız demektir.
Büyük Miğfer Dibi savunmasından başarıyla çıkmanın en kolay yolu; surlara atlı birimler yerleştirmek. Mantık dışı bir hareket olmasına rağmen, atlı birimlerin yayaları ezip geçtiğini düşünürsek çok kolay bir şekilde bölümü tamamlayabiliyoruz. Diyelim tüm saldırıları bertaraf ettiniz ve Miğfer Dibi’ni korudunuz. Şimdiki göreviniz tüm Uruk-Hai kamplarını yok etmek! Kitabı okumuşsanız ve senaryonun değiştirilmesine tahammül edemiyorsanız; size tavsiyem bu noktadan itibaren senaryoyu oynamayı bırakın. Çünkü daha çok sinirlenirsiniz. Skirmish ve multiplayer modları daha çok hoşunuza gidecektir. Ne de olsa onlarda hikaye yok.
Güzellikleri görmezden gelemeyiz
BfME’ün teknik detaylarına baktığımızda RTS türünde bir şaheserle karşı karşıya olduğumuzu anlıyoruz. Daha ilk bölümden itibaren haritaların detaylarına, görsel efektlerin güzelliğine şahit olmak mümkün. Genel yapı itibariyle iyi sistemlerin ve ortalamanın üstündeki grafik kartlarının oyunu görsel şölene dönüştüreceğini söyleyebilirim. İlk olarak karakter animasyonları inanılmaz derecede kaliteli. Büyük savaşlar esnasında eğer zoom yapmayı denerseniz; her birimin savaştığını, silahını düşmanına doğru sapladığını görüyoruz. Büyük yaratıkların, küçük birimleri savurmasını izlemek ise tam bir keyif. Tabii ki sizin birimleriniz uçuşmuyorsa. Büyü yapan karakterlerin efektleri FPS oyunlarını aratmayacak cinsten. Düşük sistemlerde grafik ayarlarını kısmak zorunda kalacağınızdan detaylı dokular yok oluyor ama animasyonların güzelliği bu eksiyi hemen telafi ediyor. Ara videoların oyun içi motor ile düzenlendiğinden biraz sönük kalıyorlar ama yine de güzeller.
Ses ve müzik konusunda her şey dört dörtlük. Seslendirmelerin tamamı filmdeki aktörler tarafından yapılmış. İyi tarafı oynarsak Gandalf’ı seslendiren; Ian McKellen, kötü tarafı oynar isek; Saruman’ı seslendiren Christopher Lee oyunu ve hikayeyi anlatıyor. Oyun içinde ise savaşlardaki bağrışmalar ve savaş sonundaki sevinç sesleri çok güzel. Müzikler ise tek kelime ile mükemmel. Zaten filmin müzikleri olduğundan çok başarılılar ama oyun içinde bu müzikler ile savaşmak inanılmaz bir keyif.
Senaryo olarak umduğunu bulamayanlar için multiplayer ve skirmish modu biçilmiş kaftan. Skirmish modunda 4 farklı ırk seçeneğimiz var. Gondor, Rohan, Isengard ve Mordor. Aslında çoklu oyuncu modunda, Gondor’un Rohan’la ya da Isengard’ın Mordor’la yaptığı savaşlar çok eğlenceli olabiliyor. Bu oyun modlarında herhangi bir senaryo zorlaması olmadığından tek yapmamız gereken düşmanları öldürmek. Ancak oyunun yapısı gereği, harita üzerindeki kamp noktalarını ele geçirmek çok büyük önem kazanıyor. Genelde oyunun sonlarına doğru bir kovalamaca yaşanıyor. Kaynak üretimi konusunda derinlik olmaması ve en çok asker üretenin kazandığı bir oyun olduğundan, önemli stratejik kararlar vermeye fırsat kalmıyor.
Skirmish oyunlarında yapay zekânın gayet başarılı olduğunu söyleyebilirim. Haritadaki noktaları çok çabuk ele geçirip hemen önemli noktalarda pusu kuruyorlar. Hızlı olanın kazandığı bu oyun modunda haritayı en geniş ölçüde elinde tutabilen taraf çok büyük avantaj sağlıyor. Fakat bu modun tek eksik yanı yükleme ekranı esnasında düşmanın nerede olduğunu göstermesi. Böylece saldırıların az çok nereden geleceğini tahmin edebiliyoruz.
Nihai sonuç
Artık son sözleri söylemenin vakti geldi. The Battle for Middle, E3 fuarındaki büyük süksesinin ardından, senaryo bazında insanları büyük hayal kırıklığına uğrattığı bir gerçek. Ancak oyunun teknik yapısı inanılmaz derecede başarılı. Haritalar son derece detaylı, görev sayısı çok ve her iki tarafın da kendine has senaryosu olması insanı uzun süre oyalıyor. RTS sevenler ya da Orta Dünya’ya hayran olanların gözü kapalı alması gereken oyun, ortalamanın üstü sisteme ihtiyaç duyuyor olması herkesi sevindirmeyebilir. Eğer senaryo hatalarını görmezden gelirseniz bir solukta bitirilebilecek kadar güzel atmosfer sunuyor BfME.
Yazıya kötümser bir hava kattığıma ve genelde hatalar üzerinde durduğuma bakmayın. Bu oyun Yüzüklerin Efendisi konseptini benimsememiş bir RTS olsa idi, mükemmel denilebilirdi. Ancak hem o ismi üzeride taşıyıp, hem de orijinal senaryoyu allak bullak hale getirmeye hiç hakkı olmadığını da unutmamak gerek.
Kafamı karıştıran bir konuyu sizlerle paylaşmam gerek. Boromir Miğfer Dibi’nde Aragorn’u kurtarmıştı ama Miğfer Dibi’ni savunan ve savaşı kazandıran Eowyn’di değil mi..?
Senaryo olarak umduğunu bulamayanlar için multiplayer ve skirmish modu biçilmiş kaftan. Skirmish modunda 4 farklı ırk seçeneğimiz var. Gondor, Rohan, Isengard ve Mordor. Aslında çoklu oyuncu modunda, Gondor’un Rohan’la ya da Isengard’ın Mordor’la yaptığı savaşlar çok eğlenceli olabiliyor. Bu oyun modlarında herhangi bir senaryo zorlaması olmadığından tek yapmamız gereken düşmanları öldürmek. Ancak oyunun yapısı gereği, harita üzerindeki kamp noktalarını ele geçirmek çok büyük önem kazanıyor. Genelde oyunun sonlarına doğru bir kovalamaca yaşanıyor. Kaynak üretimi konusunda derinlik olmaması ve en çok asker üretenin kazandığı bir oyun olduğundan, önemli stratejik kararlar vermeye fırsat kalmıyor.
Skirmish oyunlarında yapay zekânın gayet başarılı olduğunu söyleyebilirim. Haritadaki noktaları çok çabuk ele geçirip hemen önemli noktalarda pusu kuruyorlar. Hızlı olanın kazandığı bu oyun modunda haritayı en geniş ölçüde elinde tutabilen taraf çok büyük avantaj sağlıyor. Fakat bu modun tek eksik yanı yükleme ekranı esnasında düşmanın nerede olduğunu göstermesi. Böylece saldırıların az çok nereden geleceğini tahmin edebiliyoruz.
Nihai sonuç
Artık son sözleri söylemenin vakti geldi. The Battle for Middle, E3 fuarındaki büyük süksesinin ardından, senaryo bazında insanları büyük hayal kırıklığına uğrattığı bir gerçek. Ancak oyunun teknik yapısı inanılmaz derecede başarılı. Haritalar son derece detaylı, görev sayısı çok ve her iki tarafın da kendine has senaryosu olması insanı uzun süre oyalıyor. RTS sevenler ya da Orta Dünya’ya hayran olanların gözü kapalı alması gereken oyun, ortalamanın üstü sisteme ihtiyaç duyuyor olması herkesi sevindirmeyebilir. Eğer senaryo hatalarını görmezden gelirseniz bir solukta bitirilebilecek kadar güzel atmosfer sunuyor BfME.
Yazıya kötümser bir hava kattığıma ve genelde hatalar üzerinde durduğuma bakmayın. Bu oyun Yüzüklerin Efendisi konseptini benimsememiş bir RTS olsa idi, mükemmel denilebilirdi. Ancak hem o ismi üzeride taşıyıp, hem de orijinal senaryoyu allak bullak hale getirmeye hiç hakkı olmadığını da unutmamak gerek.
Kafamı karıştıran bir konuyu sizlerle paylaşmam gerek. Boromir Miğfer Dibi’nde Aragorn’u kurtarmıştı ama Miğfer Dibi’ni savunan ve savaşı kazandıran Eowyn’di değil mi..?
Son zamanlarda oyun menülerinin fonları oldukça dikkatimi çekiyor. Bu konuda geçtiğimiz günlerde piyasaya çıkan SW: Empire at War oldukça başarılıydı . Açıkçası BFME 2 ondan da başarılı ! Muhtemelen oyun içi görüntülerin üzerlerinden biraz geçilerek hazırlanan arka plan, Yüzüklerin Efendisi serisinin bildik ezgileriyle beraber, tam manasıyla masalsı, beynin hayal gücünü kontrol eden kısmını canlandıran bir boyut kazanmış . Eğer fondan gözünüzü alıp, menüdeki fonksiyonlara bakacak olursak; Tutorials, Solo Player, Multiplayer, Options ve My Heroes seçeneklerini görüyorsunuz. Bunlardan biraz bahsetmek gerekirse, Tutorials oyunu öğrenme bölümü. Özellikle ilk oyunu oynamamışlar için mutlaka tutorials denenmeli. Aksi halde oyuna alışmak oldukça zor olacaktır. Multiplayer ile arkadaşlarınız ile Orta Dünya üzerinde parti (!) veriyorsunuz. Dilediğiniz haritayı seçip, ister Elf diyarında ister Goblin mekanında düşmanlarınıza Orta Dünya’yı dar ediyorsunuz. Options ile ayarlarımızı, özellikle performansa dayalı ayarları yapıyoruz. Menüde bulunan My Heroes ise önceki BFME’de de tanışmadığımız bir yenilik!
Aragorn, Legolas, Gimli, Gandalf...eskidi ! Şimdi sıra bende!!
My Heroes’e tıkladığımızda Create a Hero ekranı açılıyor! Bu demek oluyor ki, kendi kahramanlarımızı yaratabiliyoruz! İlk olarak yaratacağımız karaktere sınıf seçiyoruz. İnsan mı, Elf mi yoksa başka bir tür mü olacağı burada belli oluyor. Oranın hemen aşağısında ise seçtiğimiz türe göre tipler açılıyor.Kadın-Erkek gibi ayrımları buradan yapabiliyoruz. Hemen sonraki ekranda ise görsel özelliklerimizi ve Orta Dünya tarihine yazdıracağımız ismi yazıyoruz. En aşağıda kullanacağımız renkler bulunuyor. Onları da seçtikten sonra kahramanımız Orta Dünya’nın destansı öyküleri atılmak için hazır hale gelmiş oluyor! Bu yeni özellik belki de Orta Dünya’yı kahramana boğacak ancak oyuncular için güzel bir eklenti olmuş My Heroes. Böylelikle savaşlarda kendimizi geliştirmeye çalışırken, oyundan daha fazla RPG tadı alabiliriz.
Geldik Solo Play’e.Yapımla ilgili en gerçek yargılara buradan ulaşacağız. Solo Play’in üzerine geldiğimizde açılan menüde , Load Game haricinde 4 tane seçenek var. En üstten anlatmaya başlayalım. İlk olarak karşımıza Skirmish çıkıyor. Strateji oyunlarında sıklıkla karşılaştığımız Skirmish mod’u, ne eksik ne fazla bir şekilde BFME 2’deki yerini almış. Kendi haritamızı seçiyoruz, savaş alanındaki ırkları belirliyoruz, kimlerin düşman kimlerindost olacağına karar veriyoruz ve oyuna başlıyoruz. Yani her kuralın size ait olduğu bir oyun stili Skirmish. Hikaye mod’larından tamamen ayrı.
Sıra tabanlı mod!
Oyunun mod’ları arasında War of the Ring’i görünce şaşırdım. Başta Yüzüklerin Efendisi için hazırlanan ilk strateji oyunu War of the Ring ile bağlantısı olabilir mi diye geçirdim aklımdan. Ancak tıkladığımda, o son derece başarısız oyun ile hiç bir bağı olmadığını gördüm. War of the Ring mod’u, oyunamasaüstü öğeler ekliyor. Yani bir haritamız var.Haritada şehirler gözüküyor. Hangi şehirde hangi ordu var görebiliyorsunuz. Sıra tabanlı olan bu bölümde sizden istenen, düşmanlarınızı yok etmeniz. Ancak eğer onlarla aynı sınırda yaşatamıyorsanız, önünüze çıkan şehirleri ele geçirmelisiniz. Bunun için de ordu yaratmalısınız. Evvela işe kaynak ve asker çıkartmak için bina yaparak başlıyorsunuz. Tabi bu bölüm sıra tabanlı olduğu için beklemek zorundasınız. Bir seferde yapacağınız tüm hamleleri yaptıktan sonra “turn” tuşuna basarak, hakkınızı tamamlayıp sırayı rakibinize veriyorsunuz. O da tüm hamlelerini yapıyor ve tekrar sıra size geliyor. Tabi bina veya asker üretimi gerçek zamanlı oynanıştaki gibi sürekli devam etmediği için, örnek olarak her turda %25 (yaptığınız binaya veya askerin niteliklerine göre daha fazla veya az da olabilir.) tamamlanıyor. Bu sıra tabanlı oynanış ta ki, düşman ile sizin aynı topraklar da buluşmanız ile son buluyor. Bu sefer bildik, savaş haritası açılıyor ve RTS’ye dönüyor oyun. Burada size yardım etmeleri için birlikler geliyor ancak bölüme göre kimi zaman 20 dakika sonra geliyorlar. Sizde bu 20 dakikayı , düşmana mağlup olmadan tamamlamaya çalışıyorsunuz. Ardından takviye kuvvetleriniz gelince işler biraz daha yoluna giriyor.
Aragorn, Legolas, Gimli, Gandalf...
My Heroes’e tıkladığımızda Create a Hero ekranı açılıyor! Bu demek oluyor ki, kendi kahramanlarımızı yaratabiliyoruz! İlk olarak yaratacağımız karaktere sınıf seçiyoruz. İnsan mı, Elf mi yoksa başka bir tür mü olacağı burada belli oluyor. Oranın hemen aşağısında ise seçtiğimiz türe göre tipler açılıyor.Kadın-
Geldik Solo Play’e.
Sıra tabanlı mod!
Oyunun mod’ları arasında War of the Ring’i görünce şaşırdım. Başta Yüzüklerin Efendisi için hazırlanan ilk strateji oyunu War of the Ring ile bağlantısı olabilir mi diye geçirdim aklımdan. Ancak tıkladığımda, o son derece başarısız oyun ile hiç bir bağı olmadığını gördüm. War of the Ring mod’u, oyuna
Campaign’lere geldiğimizde tıpkı BFME’teki gibi iki seçenek var. Ya Evil ile Sauron’un Orta Dünya’ya korku salmasına yardım edeceğiz ya da Good ile Orta Dünya halkını özgür bırakıp, huzur içinde yaşamalarını sağlayacağız. Ben ilk olarak iyi tarafa göz atmayı seçtim. Açıkçası oyunun tüm videoları ayrı bir güzel ve ayrı bir estetik taşıyor. İyi tarafı seçince başlayan videoda gerçekten çok başarılıydı . Aslında kare kare resimler ile ilerleyen video , resimlerin oyun içi grafiklere dönüşmesi ile devam ediyor. Yapım boyunca da hep bu teknikle hazırlanmış videolar izliyoruz.
Genellikle ilk görevler oyunu öğrenmemiz için fazlasıylabasit olur. BFME 2’de de öyle. Elf’leri kontrol ettiğimiz bölümde, karşımıza çıkan Goblin’leri kolaylıkla geçiyoruz. Yoldan topladığımız yeni Elf birlikleriyle de bölümün sonunu getirmemiz oldukça kolay oluyor. Açıkçası oyunun arayüzü BFME 1 ile neredeyse tamamiyle aynı. Ekranın sol altındakiharita aynı, onun hemen sağındaki karakter tablosu aynı... Hatta üzerindeki objelerin yeri bile aynı. EA bu konuda hiç bir değişikliğe gitmemiş. İlk görevimizde Rivendell’e girip Goblin akınlarını durdurduktan sonra geriye kalan Goblin merkezini yok etmek. Buradayapımcıların oyuna yeni yaratıkları koyduğunu görüyoruz! Yani Orta Dünya artık sadece üzerinde yaşayıp savaşan Orc, Elf, İnsan, Dwarf’lardan vs... ibaret değil. Artık Orta Dünya’nın da kendine ait canlıları var. Bunlardan ilki yer altında çıkan devasa bir solucan.Yakınında ne varsa yakan bu solucan, tüm kuvvetlerinizle yüklendiğiniz takdirde kısa sürede ölecektir. İlerleyen bölümlerde de bu tarz çeşitli yaratıklarla karşılaşıyorsunuz. Her biri birbirinden tehlikeli ancak neden genellikle size saldırıyorlar da, düşmana saldırmıyorlar onu anlamış değilim. Ufak bir taraf tutma söz konusu sanıyorum(!)
Kötü tarafa göz gezdirdiğimizde genellikle Goblin’leri komuta ediyoruz. Burada en büyük kahramanımız Sauron Mouth! ve onun yanında nazgul’ler. İyi ve kötü taraf arasında binalar ve yerleşim biçimleri çok farklılık gösteriyor. Artık binaları istediğimiz yere koyabiliyoruz. Buözgürlük , son derece yerinde olmuş. Bilindiği üzere BFME 1’de sadece belirtilen yerlere bina kurabiliyorduk. Artık özgürüz. Coğrafi engeller hariç, dilediğimiz yere inşaat yapabiliyoruz. Buraya bir not olarak, artık kaynak toplamak için kullandığımız binaların kurulumu oldukça değişmiş. Onları herhangi bir yere değil, sadece olmaları gerektiği yere kurmalıyız. Çünkü kurduğumuz yere göre o birimden alacağımız randıman azalıp/çoğalıyor. Hiç ağaç olmayan bir yere, ağaç toplamak için bina kurmuşsak, ondan 0 randıman alacağız. Ancak ağaçların bol olduğu bir yerin ortasına kurduğumuz bir bina, bize neredeyse %100 katkı sağlayabilir. Bu da oyun içinde “%” işareti ile belirtilmiş. Kurulum yaparken yüzde işaretindeki rakama dikkat edin.
Kahraman etkisi
İlk yapıtı oynayanlar bilirler. Kahramanlar o kadargüçlülerdi ki, koca orduları kısa sürede dize getiriyorlardı. Bu da oyuna karşı bizi biraz soğutuyordu. Öyle ki çoğu bölümün başında, ne siz ne de düşman yeterince üretim yapmadan, kahramanlarınız ile rakibinize saldırırsanız, muhtelemen kısa sürede galip geliyordunuz. Benim oyunu tecrübe ettiğim kadarıyla kahramanlar tek başlarına kalabalık ordulara karşı çok da uzun süre dayanmıyorlar. Ancak yanlarında normal ünitlerle girdikleri savaşlarda, olağan üstü fayda sağlıyorlar. Yani bir denge durumu söz konusu.Tabi ilerleyen level’larda, ileri derecedekiözellikleriyle , yine kalabalık orduların başlarını ağrıtacaklardır ancak BFME 1’deki kadar değil.
Genellikle ilk görevler oyunu öğrenmemiz için fazlasıyla
Kötü tarafa göz gezdirdiğimizde genellikle Goblin’leri komuta ediyoruz. Burada en büyük kahramanımız Sauron Mouth! ve onun yanında nazgul’ler. İyi ve kötü taraf arasında binalar ve yerleşim biçimleri çok farklılık gösteriyor. Artık binaları istediğimiz yere koyabiliyoruz. Bu
Kahraman etkisi
İlk yapıtı oynayanlar bilirler. Kahramanlar o kadar
Eskiden strateji oyunlarının en büyük eksiği grafikleriydi
Gerçekten de eskiden strateji oyunları için, grafikler hep geri planda bırakılır ve neticesinde görsel yönden oldukça zayıf yapımlar çıkardı. Aslında sıkı strateji oyuncularının bu duruma pek de itirazı olamazdı, zira asılolan stratejinin kendisinin kalitesiydi fakat son yıllarda firmalar bu grafik açığını iyiden iyiye kapatmayı bildiler. EA’de bu firmalardan biri. BFME 2’nin grafikleri ilk başta çok da etkileyici gelmeyebilir. Hatta Warcraft 3 tarzı olduğunu düşünebilirsiniz fakat sadece birazcık incelediğinizde bir strateji oyununda eşine az rastlanacak kalitede grafikler göreceksiniz. Genel olarak çevrenin renkli tasarımı, Orta Dünya’nın büyülü atmosferini yansıtmayı çok iyi beceriyor. Bu yüzden gerçekçi renkler değil, daha masalsı bir hava katmak için birbirinden çeşitli renkler kullanılmış. İşte bu yüzden ilk anda grafiklerin kalitesi dikkatinizi çekmeyebiliyor. Buna karşın grafikler çok başarılı. Oyunda kullanılan ışık efektine bakın. Buzulların üzerinde hareket ettiğimiz görevlerde, gök yüzünden yansıyan ışık efekti neredeyse gerçek gibi etkileyici. BFME 2 piyasaya çıkana dek, bir strateji oyununda gördüğüm en iyi deniz efektinin Age of Empires 3’te olduğunu düşünüyordum. Açıkçası BFME 2 bu düşüncemi kökten değiştirdi. Yapımcılar muhteşem deniz efektleri yapmış. Hatta güneşin denize vurması şahane! Görevi unutup bir süre denizi izlemek istiyorsunuz adeta! Bunların haricinde Age of Empires 3’teki kadar olmasa da, oyunun fiziksel yapısı da son derece başarılı. Bir binaya saldırdığınız zaman, yıkılmaya az kala, binadan parçalar dökülmeye başlıyor. Birimlerin de bir hacmi bir ağırlığı olduğunu oyun size hissettiriyor. Öyle ki Mountain Giant’ı öldürdüğünüzde, onun yavaş yavaş geriye doğru düşmesini ve hatta düştükten sonra vücudunun aldığı formu, çevreden kalkan tozları görebilmek çok güzel. Hem görsel anlamda göze hitap ediyor hem de fiziksel anlamda gerçekçilik hissi uyandırıyor.
Seslerden bahsedecek olursak, yapım en az ilk oyun kadar başarılı. Birimlerin binalara darbelerinden oluşan sesler, ortamdaki çevre sesleri kulağa hiç tırmalamıyor. Ancak yapımın asıl ağır bastığı yön, tıpkı SW: Empire at War’da olduğu gibi müzikleri! Yüzüklerin Efendisi serisinde kullanılan müzikler eşliğinde tamamladığınız görevlerde, addeta oyunun atmosferine gömülüyorsunuz...
BFME 1, oynanabilirliği iyi olmasına karşın zamanına göre oldukça iyi bir sistem gerektirdiği için, ağır oyun motoru neticesinde, biraz hantal bir oyundu. BFME 2’de yapımcılar bu sorunu çözmüşler. Artık oyun son derece akışkan ve gayet dinamik oynanıyor. EA bu konuda oldukça başarılı.
Oyunun yapay zekası da oldukça başarılı. Orta Dünya’nın labirent gibi coğrafyaları içerisinde bile, birimlerinize uzak bir yere gitme emiri verdiğinizde, hiç bir yerde takılmayıp, yollarını kolaylıkla buluyorlar. Düşman yapay zekasının tek eksiği belirli bir noktaya gelmediğiniz sürece saldırmamaları. Bunun için onlara biraz yaklaşmanız gerekiyor.
Sistem gereksinimleri
BFME 2’yi oynayabilmek için yapımcıların önerdiği minimum sistem, 1.6GHz işlemci, 256 MB RAM ve 64 MB ekran kartı. Bizim BFME 2’yi incelediğimiz sistem ise 2.8GHz işlemci, 1 GB RAM ve 128 MB ATI Radeon 9800 Pro ekran kartı içeriyor. Açıkçası gölgeler hariç tüm görsel ayarlar en üst seviyedeyken rahat bir oynanış yakaladık. Eğer sisteminiz önerilen minimum sistemden düşükse, BFME 2’den oynanacak bir performans alamazsınız.
Geldik yolun sonuna
Genel olarak bakıldığında The Lord of the Rings: The Battle for Middle-Earth 2 strateji oyunu sevenleri oldukça etkileyecek cinsten, kaliteli bir yapım. Eğer Yüzüklerin Efendisi fanıysanız, BFME 1’i oynayıp, beğendiyseniz. İkinci yapım da hoşunuza gidecektir. Çoğunlukla seride öne çıkmamış ırkların kahramanları üzerine kurulmuş olsa da, gerek grafik gerek ses gerekse oynanabilirlik gibi teknik yönlerden son derece başarılı bir yapım BFME 2. Orta Dünya’yı özlediyseniz, EA sizi ikinci bir Orta Dünya yolculuğuna davet ediyor. Bu sefer ki yolculukta çeşitli ırklar, birbirinden farklı devasa yeraltı yaratıkları, yeni birimler, gemiler, yapılar ve kısacası Orta Dünya’ya dair yepyeni varlıklar sizi bekliyor. Oyuna dalıp gerçek hayatı unutmayın...
Gerçekten de eskiden strateji oyunları için, grafikler hep geri planda bırakılır ve neticesinde görsel yönden oldukça zayıf yapımlar çıkardı. Aslında sıkı strateji oyuncularının bu duruma pek de itirazı olamazdı, zira asılolan stratejinin kendisinin kalitesiydi fakat son yıllarda firmalar bu grafik açığını iyiden iyiye kapatmayı bildiler. EA’de bu firmalardan biri. BFME 2’nin grafikleri ilk başta çok da etkileyici gelmeyebilir. Hatta Warcraft 3 tarzı olduğunu düşünebilirsiniz fakat sadece birazcık incelediğinizde bir strateji oyununda eşine az rastlanacak kalitede grafikler göreceksiniz. Genel olarak çevrenin renkli tasarımı, Orta Dünya’nın büyülü atmosferini yansıtmayı çok iyi beceriyor. Bu yüzden gerçekçi renkler değil, daha masalsı bir hava katmak için birbirinden çeşitli renkler kullanılmış. İşte bu yüzden ilk anda grafiklerin kalitesi dikkatinizi çekmeyebiliyor. Buna karşın grafikler çok başarılı. Oyunda kullanılan ışık efektine bakın. Buzulların üzerinde hareket ettiğimiz görevlerde, gök yüzünden yansıyan ışık efekti neredeyse gerçek gibi etkileyici. BFME 2 piyasaya çıkana dek, bir strateji oyununda gördüğüm en iyi deniz efektinin Age of Empires 3’te olduğunu düşünüyordum. Açıkçası BFME 2 bu düşüncemi kökten değiştirdi. Yapımcılar muhteşem deniz efektleri yapmış. Hatta güneşin denize vurması şahane! Görevi unutup bir süre denizi izlemek istiyorsunuz adeta! Bunların haricinde Age of Empires 3’teki kadar olmasa da, oyunun fiziksel yapısı da son derece başarılı. Bir binaya saldırdığınız zaman, yıkılmaya az kala, binadan parçalar dökülmeye başlıyor. Birimlerin de bir hacmi bir ağırlığı olduğunu oyun size hissettiriyor. Öyle ki Mountain Giant’ı öldürdüğünüzde, onun yavaş yavaş geriye doğru düşmesini ve hatta düştükten sonra vücudunun aldığı formu, çevreden kalkan tozları görebilmek çok güzel. Hem görsel anlamda göze hitap ediyor hem de fiziksel anlamda gerçekçilik hissi uyandırıyor.
Seslerden bahsedecek olursak, yapım en az ilk oyun kadar başarılı. Birimlerin binalara darbelerinden oluşan sesler, ortamdaki çevre sesleri kulağa hiç tırmalamıyor. Ancak yapımın asıl ağır bastığı yön, tıpkı SW: Empire at War’da olduğu gibi müzikleri! Yüzüklerin Efendisi serisinde kullanılan müzikler eşliğinde tamamladığınız görevlerde, addeta oyunun atmosferine gömülüyorsunuz...
BFME 1, oynanabilirliği iyi olmasına karşın zamanına göre oldukça iyi bir sistem gerektirdiği için, ağır oyun motoru neticesinde, biraz hantal bir oyundu. BFME 2’de yapımcılar bu sorunu çözmüşler. Artık oyun son derece akışkan ve gayet dinamik oynanıyor. EA bu konuda oldukça başarılı.
Oyunun yapay zekası da oldukça başarılı. Orta Dünya’nın labirent gibi coğrafyaları içerisinde bile, birimlerinize uzak bir yere gitme emiri verdiğinizde, hiç bir yerde takılmayıp, yollarını kolaylıkla buluyorlar. Düşman yapay zekasının tek eksiği belirli bir noktaya gelmediğiniz sürece saldırmamaları. Bunun için onlara biraz yaklaşmanız gerekiyor.
Sistem gereksinimleri
BFME 2’yi oynayabilmek için yapımcıların önerdiği minimum sistem, 1.6GHz işlemci, 256 MB RAM ve 64 MB ekran kartı. Bizim BFME 2’yi incelediğimiz sistem ise 2.8GHz işlemci, 1 GB RAM ve 128 MB ATI Radeon 9800 Pro ekran kartı içeriyor. Açıkçası gölgeler hariç tüm görsel ayarlar en üst seviyedeyken rahat bir oynanış yakaladık. Eğer sisteminiz önerilen minimum sistemden düşükse, BFME 2’den oynanacak bir performans alamazsınız.
Geldik yolun sonuna
Genel olarak bakıldığında The Lord of the Rings: The Battle for Middle-Earth 2 strateji oyunu sevenleri oldukça etkileyecek cinsten, kaliteli bir yapım. Eğer Yüzüklerin Efendisi fanıysanız, BFME 1’i oynayıp, beğendiyseniz. İkinci yapım da hoşunuza gidecektir. Çoğunlukla seride öne çıkmamış ırkların kahramanları üzerine kurulmuş olsa da, gerek grafik gerek ses gerekse oynanabilirlik gibi teknik yönlerden son derece başarılı bir yapım BFME 2. Orta Dünya’yı özlediyseniz, EA sizi ikinci bir Orta Dünya yolculuğuna davet ediyor. Bu sefer ki yolculukta çeşitli ırklar, birbirinden farklı devasa yeraltı yaratıkları, yeni birimler, gemiler, yapılar ve kısacası Orta Dünya’ya dair yepyeni varlıklar sizi bekliyor. Oyuna dalıp gerçek hayatı unutmayın...
War of the Ring:
LOTR evreninde geçen ilk RTS oyunu ünvanına sahiptir WoTR. Oyun 2003 yılında çıkmış, bazıları tarafından beğenilmiş, bazıları tarafından beğenilmemiştir. Şahsen ben bu oyunu beğenmeyenler arasındayım. Dengeden yoksun bir oyundu, grafikleri iyi değildi(hele de ROTK'a baktıktan sonra). Sesler ve müzikler kaliteliydi. Oyunun Multiplayer Modu da yetersizdi. Bu oyunu yavaştan geçiyorum. BFME varken bunu oynayan çıkmaz zaten.
Hadi Frodo yol uzun, koşmak gerek
Oyunun konusu hakkında fazla bir şey söylemek gereksiz diye düşünüyorum. Malum Lord Of The Rings'in konusunu artık bilmeyen yok. Ufak bir değişiklik var sadece. Olaylar Gimli, Legolas gibi karakterlerin yüzük kardeşliğine girmeden önce yaşadıkları ile başlıyor. Düşman kuvvetlerine karşı kendi ülkelerini korumaları ve bunun gibi görevler bulunuyor. Tabi ki ilerledikçe tanıdık bir çok durum ile karşılaşacaksınız.
Öncelikle oyun çok kısa onu belirteyim. Hatta Max Payne 2'den bile kısa. On adet iyi, on adet kötü taraf görevi var. Yani toplamda yirmi adet görev mevcut. Bunlardan ilk üç, dört görevi yarım saatte geçtiğimizi düşünürsek adam akıllı oynanabilecek on tane görev kalıyor. Böyle bir oyun için çok az bir rakam. Üstelik oyun iki cd. Neyse ki hem iyi hem de kötü taraf ile oynama şansınızın olması durumu biraz kurtarıyor. Genel olarak görevlere bakarsak çok basit kaçmış diyebilirim. Normal zorluk seviyesinde iken en uzun süren görevim 45 dakka idi. Generals'da saatlerce oynadığım göz önüne alınırsa bu rakam çok az. Yani oyunu bitirme süreniz oynayışınıza göre en az 5 en fazla 15 saat. Tabi ki bu rakam sadece bir taraf için. Çoğu görev akıcı hazırlanmış, sıkılmak gibi bir durum asla sözkonusu değil. Görev sırasında toplamanız gereken sadece yiyecek ve taş var. Kurmanız gereken bina sayısı da en az rakamda tutulmuş. Bu şekilde kısa zamanda toplamanız gerekenleri toplayıp bir ordu hazırlayabiliyorsunuz. Bu da daha az zamanda çok daha kaliteli savaşlar yapmanızı sağlıyor. Oyunda savaştıkça kazandığınız "Fate Point" adında bir kriter var. Kazandığınız bu Fate Point'leri değişik büyüler yapmak, yaratık çıkartmak içinkullanabiliyorsunuz . Ayrıca her bölümde mutlaka elinizin altında tanıdığınız birileri oluyor. Örneğin ilk bölümlerde Gimli ile oynuyorsunuz. Bu tarz bilinen karakterler oyuna Hero olarak eklenmiş. Tahmin edeceğiniz gibi bu kahramanlar devamlı level atlıyor ve gelişiyor. Geliştikçe yeni büyüler, yetenekler kazanıyor .
Sincaplar, otlar, dağlar, taşlar
Grafik olarak ilk baktığınızda oyunu Warcraft 3'e çok benzeteceksiniz. Kullanılan grafik motoru bazı yerlerde çok kaliteli şeyler görmemizi sağlarken, bazı yerlerde çok kötü grafik sergiliyor. Mesela haritalar çok kaliteli, dağlar, su, otlar çok gerçekçi olmuş. Bir karakter ile otların arasında koştuğunuzda otların hareket etmesi gerçekten çok güzel bir görüntü. Fakat çevreye verilen önem karakterlere hiç verilmemiş. Askerlerinize yakından bakarsanız hepsinin ağaçtan pek farklı olmadığını görürsünüz. Durum böyleyken bir de oyunun düşük sistemlerde kasılması daha da ilginç. Büyüler sırasındaki görüntüler , efektler canlı ve renkli. Ayrıca oyun bize bir çok yönden zengin bir Multi-Player olanağı sunuyor. Razing, Survival, Catapult, Famine, Control gibi çeşit çeşit mod var. Böylelikle oyunu kısa sürede bitirmenize rağmen hazırlanan modlar sayesinde uzunca bir süre daha oyunun başından kalkamayacağınız bir gerçek.
Son Sözler :
The Lord of the Rings artık hayatımızda ciddi yer kaplayan bir cümle oldu. Hepimiz serinin son filmini merakla beklerken böyle bir strateji oyunu çok iyi gitti doğrusu. Grafikteki bir kaç eksiklik ve oyunun Single-Player olarak biraz kısa olmasının dışında The Lord of the Rings War of the Ring namına yakışır şekilde ilk ve kaliteli bir streteji oyunu olmuş.
The Third Age:
LOTR evreninde geçen ilk RPG. Aslında sıra tabanlı oynanış içermekte. Oyun film ile paralel gitmekte ve yeni karakterler içermektedir. Uzun oynanış süresi ile güzel bir oyun yaşamak isteyenleri sevindirmişti bu oyun. Oyun 2004'ün sonlarında piyasaya çıkmıştı. Türe pek bir yenilik getirmemişti. Buna MK'daki inceleme yazısını yazan "Emre Günen"de söylemişti yazısında.
Third Age grafik olarak kuvvetli bir oyundu. Hoş görseller sunuyordu. Müzikler ve sesler her zamanki gibi mükemmel... Yeniden oynamak için bir şey vaat etmeyen güzel bir oyundu Third Age...
Third Age grafik olarak kuvvetli bir oyundu. Hoş görseller sunuyordu. Müzikler ve sesler her zamanki gibi mükemmel... Yeniden oynamak için bir şey vaat etmeyen güzel bir oyundu Third Age...
Hatırlayacağınız gibi EA'nın hazırladığı - EA'nin kendi yapımı olmadığı için Fellowship'i saymıyorum - iki Lord of the Rings oyunu ''Two Towers'' ve ''Return of the King'' soluksuz aksiyon sahneleriyle konsollarda büyük beğeni toplamıştı. Return of the King'in çıktığı sıralarda haberleri duyurulan LOTR: The Third Age'in ise bu iki oyundan farklı olarak RPG tarzında hazırlandığı belirtilmişti. İşin gerçeği LOTR serisi için video oyunları yapılacağını duyduğumda bir LOTR oyunu için en iyi tarzın aksiyon-macera olacağını düşünüyordum; ki çıkan iki oyun da düşüncelerimi destekler nitelikteydi. Ta ki Third Age'i oynayana kadar...
The Third Age
Açıçası masaüstü FRP oynamayı seven biri olarak, bu oyunları monitör karşısında oynamayı çok benimseyemedim, tabi Baldur’s Gate gibi bir kaç oyunu ayırıyorum şöyle bir kenara. Japon RPG’lerine ise ayrı bir uzağım, Legend of Dragoon gibi yine bir kaç istisna oyun olsa da... Hele işin iç yüzünde sıra tabanlı dövüşler oldu mu, iyice uzaklaşırım oralardan. Bu yüzden belki Third Age’in isminin başında ‘’Lord of the Rings’’ kelimeleri olmasaydı, büyük ihtimalle bu oyun konsolumdan içeri bile giremeyecekti. Gördüğünüz gibi Third Age’i sadece ismi yüzünden alıp denediğimi çekinmeden belirtiyorum. EA’nin de RPG oyunlarına uzak bir firma olduğunu düşünürseniz başta aklınızda karamsar bir tablo oluşabilir; fakat emin olun Third Age’i oynayınca bu fikriniz değişebilir.
Oyunun senaryosu üçlemenin tamamını içeriyor fakat durum biraz farklı, biz yapılan savaşlarda ve olup bitenler arasında yepyeni altı karakter ile hikaye örgüsüne bir şekilde dahil oluyoruz; bu yüzden aslında Third Age’i yan bir senaryo olarak görebiliriz. Oyuna Gondor’lu bir savaşçı olan Berethor ile başlıyoruz ve daha hemen yolun başında yüzük tayfları karşımıza çıkıp bizi öldürüyor, bu sırada Idrial isimli elf olaya müdahale ediyor ve şifa büyüsü ile bizi hayata döndürüyor. Bundan sonrası ise ikilinin yollarına devam etmesiyle gelişiyor, ilerleyen kısımlarda Elegost, Eaoden, Morwen ve Hadhod isimli dört karakter daha gruba katılıyor. Bu karakterlerden Elegost bir ranger, Morwen hırsız/savaşçı, Eaoden şovalye ve Hadhod’da cüce sınıfından bir savaşçı. Grup, Mines of Moria, Helm’s Deep, Pelennor Fields, Osgiliath ve Minas Tirith gibi yerlere gittiği için yolumuz buralarda Yüzük Kardeşliği’yle de kesişiyor ve bu nedenle oyunda kısa süreliğine de olsa Aragorn, Faramir, Legolas ve Gimli gibi karakterleri de savaşlar esnasında yönetebiliyoruz, hatta Moria’da Gandalf olarak Balrog’a karşı bile savaşabiliyoruz. Bunların dışında bazı karakterler de belli savaşlarda yanımızda yer alıyor.
Savaşlar demişken oyun sıra tabanlı bir RPG olduğu için her karakterin kendine özgü yetenekleri, büyüleri, zırhları ve silahları var. Bu özellikler deneyim kazandıkça geliştirilebilir niteliklere de sahip, ayrıca bazı gizli silah ve sihirli nesnelerle farklı marifetler kazanabilmek de mümkün. Oyunun oynanışına daha fazla değinmek gerekirse; ilk etapta dışarıdan bakıldığında bir aksiyon oyunu havası var. Görünüm olarak önceki iki LOTR oyununu alın ve karakterinizi Tomb Raider tarzı bir kamera açısıyla kontrol ettiğinizi düşünün. Tabi mekanlar önceki LOTR oyunlarından çok daha geniş. Ekranın üst köşesinde bir harita/radar olmasına rağmen bazı labirent yapılarda kaybolmanız bile mümkün, neyseki ulaşmanız gereken yerler kırmızı noktalarla belirtilip oyunun akışı zora sokulmuyor. Evet dediğim gibi siz grubu temsilen istediğiniz herhangi bir karakterle bu noktalara gidip görevleri tamamlamaya çalışıyorsunuz, tabi bu noktalara giderken karşılaşacağınız sandık ve benzeri şeylerden gerçek zamanlı olarak nesneleri topluyor, gizli nesneleri arıyorsunuz. Bir düşmanla karşılaştığınızda ise görüntü değişiyor ve klasik Sıra Tabanlı Strateji moduna geçiliyor ve savaşlarınızı bu şekilde yapıyorsunuz. İstisnalar hariç, karşılaşmalarda genellikle aktif olarak üç savaşçınız bulunuyor, fakat savaşlar esnasında istediğiniz zaman hamle kaybı yapmadan pasif ve aktif savaşçılarınızı değiştirebiliyorsunuz, zaten işin stratejik kısmını da genellikle bu olay belirliyor.
Mesela Watcher in the Water ya da Solucan Dil-Grima gibi düşmanlarla karşılaştığınızda sağlık büyüsü sık sık gerekli oluyor, bu yüzden The Third Age
Açıçası masaüstü FRP oynamayı seven biri olarak, bu oyunları monitör karşısında oynamayı çok benimseyemedim, tabi Baldur’s Gate gibi bir kaç oyunu ayırıyorum şöyle bir kenara. Japon RPG’lerine ise ayrı bir uzağım, Legend of Dragoon gibi yine bir kaç istisna oyun olsa da... Hele işin iç yüzünde sıra tabanlı dövüşler oldu mu, iyice uzaklaşırım oralardan. Bu yüzden belki Third Age’in isminin başında ‘’Lord of the Rings’’ kelimeleri olmasaydı, büyük ihtimalle bu oyun konsolumdan içeri bile giremeyecekti. Gördüğünüz gibi Third Age’i sadece ismi yüzünden alıp denediğimi çekinmeden belirtiyorum. EA’nin de RPG oyunlarına uzak bir firma olduğunu düşünürseniz başta aklınızda karamsar bir tablo oluşabilir; fakat emin olun Third Age’i oynayınca bu fikriniz değişebilir.
Oyunun senaryosu üçlemenin tamamını içeriyor fakat durum biraz farklı, biz yapılan savaşlarda ve olup bitenler arasında yepyeni altı karakter ile hikaye örgüsüne bir şekilde dahil oluyoruz; bu yüzden aslında Third Age’i yan bir senaryo olarak görebiliriz. Oyuna Gondor’lu bir savaşçı olan Berethor ile başlıyoruz ve daha hemen yolun başında yüzük tayfları karşımıza çıkıp bizi öldürüyor, bu sırada Idrial isimli elf olaya müdahale ediyor ve şifa büyüsü ile bizi hayata döndürüyor. Bundan sonrası ise ikilinin yollarına devam etmesiyle gelişiyor, ilerleyen kısımlarda Elegost, Eaoden, Morwen ve Hadhod isimli dört karakter daha gruba katılıyor. Bu karakterlerden Elegost bir ranger, Morwen hırsız/savaşçı, Eaoden şovalye ve Hadhod’da cüce sınıfından bir savaşçı. Grup, Mines of Moria, Helm’s Deep, Pelennor Fields, Osgiliath ve Minas Tirith gibi yerlere gittiği için yolumuz buralarda Yüzük Kardeşliği’yle de kesişiyor ve bu nedenle oyunda kısa süreliğine de olsa Aragorn, Faramir, Legolas ve Gimli gibi karakterleri de savaşlar esnasında yönetebiliyoruz, hatta Moria’da Gandalf olarak Balrog’a karşı bile savaşabiliyoruz. Bunların dışında bazı karakterler de belli savaşlarda yanımızda yer alıyor.
Savaşlar demişken oyun sıra tabanlı bir RPG olduğu için her karakterin kendine özgü yetenekleri, büyüleri, zırhları ve silahları var. Bu özellikler deneyim kazandıkça geliştirilebilir niteliklere de sahip, ayrıca bazı gizli silah ve sihirli nesnelerle farklı marifetler kazanabilmek de mümkün. Oyunun oynanışına daha fazla değinmek gerekirse; ilk etapta dışarıdan bakıldığında bir aksiyon oyunu havası var. Görünüm olarak önceki iki LOTR oyununu alın ve karakterinizi Tomb Raider tarzı bir kamera açısıyla kontrol ettiğinizi düşünün. Tabi mekanlar önceki LOTR oyunlarından çok daha geniş. Ekranın üst köşesinde bir harita/radar olmasına rağmen bazı labirent yapılarda kaybolmanız bile mümkün, neyseki ulaşmanız gereken yerler kırmızı noktalarla belirtilip oyunun akışı zora sokulmuyor. Evet dediğim gibi siz grubu temsilen istediğiniz herhangi bir karakterle bu noktalara gidip görevleri tamamlamaya çalışıyorsunuz, tabi bu noktalara giderken karşılaşacağınız sandık ve benzeri şeylerden gerçek zamanlı olarak nesneleri topluyor, gizli nesneleri arıyorsunuz. Bir düşmanla karşılaştığınızda ise görüntü değişiyor ve klasik Sıra Tabanlı Strateji moduna geçiliyor ve savaşlarınızı bu şekilde yapıyorsunuz. İstisnalar hariç, karşılaşmalarda genellikle aktif olarak üç savaşçınız bulunuyor, fakat savaşlar esnasında istediğiniz zaman hamle kaybı yapmadan pasif ve aktif savaşçılarınızı değiştirebiliyorsunuz, zaten işin stratejik kısmını da genellikle bu olay belirliyor.
Fangorn’daki Entler
Savaşlarda Perfect Mode denen bir özelliği de
Karşılaşacağınız düşmanları genelde Orta Dünya’nın vazgeçilmezleri olan: Orc, Wildmen, Warg, Troll, Nazgul, Uruk-hai ve Goblin‘ler oluşturuyor. Tabi bu ırklar da kendi içlerinde farklı rütbelere ve sınıflara ayrılmışlar, bu yüzden düşmanların ırkları aynı olsa da gerek görüntü gerekse güçleri birbirinden farklı oluyor.
Konsolda RPG oyunu denince akla genelde Japon yapımları geldiği için belirtme gereği duyuyorum: Oyunda çok fazla
Evil Mode ile karanlık tarafta yer alın...
Oyunda bir de Co-op modu seçeneği bulunuyor, bu seçeneği aktif hale getirerek grubunuzu savaşlarda yanınıza aldığınız bir
Oyunun seslendirmeleri yine
Oyun oynamayı çok seven birisi olarak artık oynayacağım oyunlarda seçici davrandığımı belirtmeliyim. Çok sık oyun oynarım fakat MGS2’den beri aralıksız 4-5 saat aynı oyunu oynadığımı hatırlamıyorum. Nasıl oldu bilmiyorum ama Third Age’e üç günümün 15 saatini verdim. Tür olarak alakaları olmayabilir ama Third Age bence önceki iki LOTR oyunundan da daha başarılı bir yapım olmuş. Unutmadan oyunu oynarken iyi vakit geçirebilirsiniz, oynayış şeklinize göre oyun süresi 30-35 saati bulabilir; fakat bitirdikten sonra bir daha görmek isteyeceğinizi sanmıyorum.
RPG’leri özel bir ilginiz olsun ya da olmasın Third Age’i deneyin derim. Bu arada Third Age’in RGP’lere getirdiği bir yenilik yok, Baldur’s Gate kadar detaylı ve iyi de olmayabilir, hatta belki sıkı RPG oyuncularına hafif bile gelebilir; ama oyun kendini bir şekilde oynatıyor. Kim bilir belki bunun sebebi de Tolkien’in yarattığı Orta Dünya’nın kendi sihrindendir...
RPG’leri özel bir ilginiz olsun ya da olmasın Third Age’i deneyin derim. Bu arada Third Age’in RGP’lere getirdiği bir yenilik yok, Baldur’s Gate kadar detaylı ve iyi de olmayabilir, hatta belki sıkı RPG oyuncularına hafif bile gelebilir; ama oyun kendini bir şekilde oynatıyor. Kim bilir belki bunun sebebi de Tolkien’in yarattığı Orta Dünya’nın kendi sihrindendir...
The Hobbit:
The Hobbit 2003 sonunda piyasalarda yerini almıştı. Diğer oyunlara göre daha sevimli bir oynanış sunan The Hobbit, LOTR'ın korkunç atmosferinden ve savaş sahnelerinden sıyrılıp bir çocuk oyununa dönüşmüştü. Lakin sırf hikayesi için ve sevimli grafiklerinin tadına bakmak için oynayanlar çoğunluktaydı. Sesler ve müzikler ise bir LOTR oyununa yakışmayacak kadar kötüydü. Bu oyun istediği başarıyı alamadı ve kısa sürede unutuldu.
Lord of the Rings: Shadows of Angmar:
LOTR temalı ilk ve tek Online oyun. Geçen sene çıkmış ve LOTR evrenini orta dünyaya yansıtan bir hayli başarılı bir oyun olmuştu. Bildiğimiz LOTR temasının Online ortama bu denli güzel aktarılacağı düşünülemezdi. Bazı oyun otoriteleri onu yılın en iyi oyunu, çoğu oyun otoritesi ise "En iyi Online oyun" olarak seçti. Geçen sene bu oyuna rakip olacak tek oyun ise "WoW: Burning Crusade"den başkası değildi tabii...
Online oyunlarda grafik önemli değildir. Lakin SoA'nın grafikleri gayet kaliteli idi. Sesler ve Müzikler ise yine mükemmel...
Online oyunlarda grafik önemli değildir. Lakin SoA'nın grafikleri gayet kaliteli idi. Sesler ve Müzikler ise yine mükemmel...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder